Uluslararası üç büyük kredi derecelendirme kuruluşlarından Fitch 13 Temmuz 2018 tarihinde dış finansman ihtiyacının şoklara karşı kırılgan halde olduğunu belirterek Kredi notunu BB +’dan BB’ye düşürdü ve ekonomik görünümü negatif olarak belirledi. Akabinde, Moody’s ağustos ayında Türkiye’nin kredi notunu ikinci kez indirerek Ba3’e düşürdü ve ekonomik görünümü negatife çevirdi. Türkiye risk primi (CDS) tablosundan görüleceği üzere Ülke riski göstergesi olarak kabul edilen risk prim puanının enflasyonun yükselmesi, kurlardaki volatilite, dış borcun artması ve benzeri ekonomik göstergelerdeki bozulmalar ve kredi notlarının düşmesiyle birlikte ülke risk primi sert şekilde artış yaşayarak 415,16 puana yükseldi. Ekonomik göstergelerdeki bozulma ve risk faktörlerindeki gelişmeler aşağıdaki tablodan detaylı olarak görülebilir;
Stagflasyon, resesyon (ekonomik daralma) ile enflasyonun aynı anda görüldüğü durumdur. Bu durumda ekonomideki işsizlik oranı artarken fiyatlar da hızla yükselmektedir. 11.08.2017 tarihinde yazdığım “Enflasyon Canavarı Uyanıyor mu ?” başlıklı makalemde kurlardaki dalgalanmanın artacağını ve enflasyonun yükseleceğini öngörmeye başlamıştık. Dolayısı ile bugün geldiğimiz nokta anlık bir krizden ziyade 2016’dan itibaren göstere göstere, adım adım gelmiştir. Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) faiz artırımları ve bilanço küçültmesine müteakiben yurt dışındaki dolar likiditesi azalmış ve Türkiye’de artan risklere müteakip yabancı yatırımlar % 50,90 oranında azalarak, ülkeden 43,93 Milyar Dolar çıkış gerçekleşmiştir. Buna ek olarak, artan güvensizlik ortamı neticesinde ülke içi yerleşik kişilerin mevduatlarındaki yabancı para oranı % 50’lere yükseldi ve piyasadaki döviz arzı azalmıştır. Akabinde, Türk Lirası tüm para birimleri karşısında kriz niteliğinde değer kaybı yaşadı. Bu 9 aylık dönem içerisinde TC Merkez Bankası döviz rezervleri de % 17,53 oranında azalarak 88.753 USD’ye gerilemiştir. Türkiye’nin kamu ve özel sektörün kısa vadede ödemesi gereken borç 120 Milyar dolara tekabül ediyor. Hal böyle olunca yabancı paraya talep durmuyor. Böylelikle, enflasyon ve faizlerin bağlantılı olarak yükselmesi borçlanma maliyetlerini artırmış ve yatırımları azalttığından dolayı ekonomik daralma başlamıştır. Bu daralmayla birlikte kısa zamanda birçok şirket kongartado (resmi iflas) ilan ederek işsizliğinde tetiklendiği sinyallerini vermiştir.
Hayat pahalılığı eylül sonunda Türkiye’de yıllık bazda % 24,52’lere, KKTC’de ise % 37,23’e tırmandı. Hayat pahalılığına baskı yapan ve henüz fiyat endeksine yansımamış olan üretici enflasyonu da (ÜFE) % 46,15 seviyesine çıktı. Dolayısı ile üretici kısmında oluşan enflasyonun henüz tam olarak Tüketici fiyatlarına yansımamasına rağmen hayat pahalılığı kontrolün dışında yükselmektedir. Yıl sonundan itibaren Ekonomik göstergelerde yaşanan olumsuzluklar Türkiye ve KKTC’de hane halklarını ve vatandaşlar arasında zam olarak yansımaktadır. İçinde bulunduğumuz konjonktürde ekonomi daralırken, şirket karlılıkları olumsuz etkilenmekte, bireysel ve kurumsal borçlar ödenemez hale gelmekte, kişi başına düşen milli gelir azalmakta ve halkın alım gücü dibe vurmaktadır. Zamanında alınmayan tedbirlerin ve krizin maliyeti halka gün ve gün zam olarak yansımaktadır.
Yapılan zamlarla halkın alım gücünün azalması talep enflasyonunu azaltsa dahi, yüksek kurların ve yüksek faizlerin yarattığı maliyet enflasyonu azalmayacaktır. Dolayısı ile ekonominin soğuması tek başına enflasyonla mücadele için çare değildir. Zira, ekonominin soğutulması 2, 3 yıl önce başlatılması cari açık ve dış borcu hafifletecekti ve dış şokların etkisini azaltacaktı. Şu an öncelikle, Türk lirasındaki fiyat istikrarının sağlanması ve korunması elzemdir. Ancak, stabil TL ile birlikte enflasyonun ve faizlerin azalması sağlanabilir. Keza, yerel para biriminde istikrar olmadıkça kur, faiz ve enflasyon üçgenindeki sarmaldan çıkmak zor görünmektedir. Aksi takdirde, yanlış mali politikaların bedelini halk zamlarla ödemeye devam edecektir.