Her zaman yazdık, bir kez daha dillendirmekten zarar gelmez diye düşünüyorum.
Yaklaşık bir hafta sonra kutlayacağımız 20 Temmuz Kıbrıs Türklerinin adadaki varlığı üzerindeki kara bulutların dağıldığı, kalıcılığının perçinlendiği gündür.
Her koşulda verilen varlık mücadelesine rağmen çoğu zaman pamuk ipliğine bağlı bir konum içinde yaşamak, dünyanın umursamazlığı içinde yok olup kaybolmak tehlikesi, Kıbrıs Türkü için her zaman var olmuştu!
1963 Aralık ayı ile birlikte iki toplum arasındaki ayrılıkların su üstüne çıktığı, sonrasındaki on bir yıllık zaman süresi içinde ada Türklerinin insanlıktan uzak, mezalimlerin pençesinde kaldığı gerçeğini dünya görmezden gelse bile, o dönemleri yaşayan Kıbrıs Türkü yaşananları hatırlamak zorundadır.
Kıbrıs Rumlarının ve Yunanistan’ın farklı zamanlardaki hataları da olmasa, sesini duyurmakta acizlik içine giren, hatta eskilerde, bir dönemde Anavatandaki hükümetlere bile adada yaşananları anlatmakta zorluk çeken, bunun sıkıntısını ta yüreğinde hisseden Kıbrıs Türkü asla bugünkü konumuna gelemeyecekti.
15 Temmuz Eoka-Cunta darbesi Rumların ve Yunanlıların işlemiş oldukları hataların en büyüğüdür!
1963 Aralığından başlayan süreçte adanın tek hakimi konumuna gelen, astığı astık, kestiği kestik uygulamalarıyla adayı adeta Yunanistan’ın bir eyaleti konumuna getiren Rumların, Türklerin yok edilişinin yöntemi hususundaki anlaşmazlıklarından dolayı kutuplara ayrılırlar.
Makariyosçular ve solcular – Eokacılar ve Cuntacılar.
Sonuçta 15 Temmuz darbesi gerçekleşir, Makarios adadan kaçmak zorunda kalır, Eoka’nın tetikçisi Sampson Cumhurbaşkanı koltuğuna oturtulur.
Hedefleri ortadadır, bir an önce ve en kısa yoldan adadaki Türklerin, gelişmelere karşı gelenlerini itlaf etmek, kafa tutanlarını ada dışına sürmek, uysal ve uyumlu olanlarını aralarında eritmek!
Zürih ve Londra Anlaşmalarına göre üç garantör ülkeden biri olan Türkiye adaya tek taraflı bir müdahalede bulunmakta tereddütler içindedir. Bir diğer garantör ülkeye İngiltere’ye “geliniz beraber müdahale edelim” çağrısında bulunur ama kaypak İngiliz siyasetinin telaffuzunda müdahale yoktur!
Namus belası, bir de o dönemde iş başındaki Başbakan Bülent Ecevit hükümetinin ve de hükümet ortağı Necmettin Erbakan hocanın dirayeti adaya müdahalenin artık kaçınılmaz bir duruma geldiğinin kabullenmesini sağlar.
Aradan tam 47 yıl geçmiştir ama işin acı tarafı müdahale kararının dirayetli politikacısı Bülent Ecevit’in ölümünden tam 15 yıl geçmiş olasına rağmen
20 Temmuz’a kapı açan, olanak sağlayan kararların baş mimarının adada gerçekleştirilen 20 Temmuz kutlamalarına dahil edilmeyişi, rahmetli Ecevit’i sadece tek duyarlı davranan TMT’nin beşiği Sönmezliler Ocağı’nın önderliğinde birkaç muharip derneğin anma programları ile kısıtlı tutulmaya çalışılması bir züldür, vefasızlıktır, bir büyük ayıptır!
20 Temmuz Barış ve Özgürlük kutlamalarını gerçekleşmesine sekiz gün kaldı.
20 Temmuz’u anma etkinliklerinin bütünlüğüne büyük darbe vuran,
20 Temmuz’un haklılığına dair bazı kesimlerdeki kuşkuları çoğaltan devlet ayıbının sonlanmasına fırsat yaratmak adına konuyu bugünden ilgililerin bilgisine getirmek istedim.
TMT’nin beşiği olarak tanımlanan Sönmezliler Ocağı’nın 20 Temmuz Barış Harekatlarının haklılığına olan inancı, harekatlara onay ve olanak veren devlet büyüklerine olan saygının ancak törenlerle bütünleşmesi ile mümkün olduğunun bilinci içinde hareket edilmesiyle mümkün olduğu görüşündedir!
Bilmem anlatabildim mi!
Ecevit’i anmamak 20 Temmuz’un bütünlüğünü zedeler!
Paylaş
GERMANIUM 3 Yıl Önce
ÇIKARMA KARARI İÇİN ECEVİTİ ZORLAYAN ASIL KİŞİÜRAHMETLİ ERBAKANDI.