Akan Kürşat meselesinin çerçevesi az-çok belli oldu. Kürşat, Rum tarafının çıkardığı bir emir ile tutuklandı. Bu emrin çıkarılmasının iki nedeni olduğu üzerinde duruluyor.
Birincisi… Akan Kürşat, bir avukat olarak Kuzey’de terk edilmiş Rum mallarının alım-satımına aracılık ettiği için tutuklandı ve Güney Kıbrıs’a getirilip yargılanması isteniyor.
Kendisi buna itiraz edecektir ve Güney Kıbrıs’a gönderilirse savunmasını yapacaktır elbette… Ama Kıbrıs Türk halkı adına konuşma yetkisi olanların da söylenecek sözleri vardır: Kuzey’de terk edilen Rum mallarını neredeyse hepimiz kullanıyoruz. Hepimiz failiz yani! Kimimiz satıyor; kimimiz alıyor… Kimimiz içinde yaşıyor… Bu durumun hukuki çerçevesi zaman içinde değişmiş ve bugünkü şeklini almıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, onaylamış bulunduğu Taşınma Mal Komisyonu mekanizması ile Kuzey Kıbrıs’taki mallarını terk eden Kıbrıslı Rumların “mülkiyet hakkının” korunduğunu ama bu hakkın ille de “bu mülkün doğrudan tasarruf edilmesi” ile hayata geçmiş olmayacağını; mülkiyet hakkının hayata geçirilmesinin başka yolları da olduğunu bütün dünyaya duyurmuş oldu. Bizim kendi kendimize oluşturmaya çalıştığımız hukuki çerçeveye eklenen bu olgu, Kuzey Kıbrıs’ta terk edilmiş mülklerin kullanımını düzenleyen esas kuralların başında gelmektedir.
AİHM’in Kuzey’de mülkü olduğunu iddia edenlere adres olarak TMK’yı ve istinaf organı olarak KKTC Yüksek Mahkemesi’ni göstermesi ise çok daha anlamlıdır. Şikayeti olan Saray Önü’ne gidecek! TMK da oradadır; mahkeme de!
İkinci olarak Kürşat hakkında bazı “dolandırıcılık iddiaları” olduğu üzerinde duruluyor. Akan Kürşat birilerini dolandırmışsa bunun şikâyet yeri bellidir. Mülkiyet sorunu gibi Kıbrıs sorunu da ilgilendiren bir konuda bile Kuzey Kıbrıs’taki makamları yetkili görenler, cezai bir iddianın Kıbrıs Rum mahkemelerinde değerlendirilmesini nasıl savunabilirler? Kuzey’de de mahkemeler vardır ve kararları eni-konu bütün dünyada geçerlidir. Şikayeti olan yine Saray Önü’ne gidecektir!
Her iki halde de Akan Kürşat’ın Kıbrıs Rum makamlarının iddiaları üzerine tutuklanması ve özgürlüklerinden mahrum bırakılması kabul edilemez. Kürşat’ın haklarının kendisi veya belirleyeceği avukatlar tarafından savunulması yetmez; bir bütün olarak Kıbrıs Türk halkı tarafından da savunulması gerekir.
Bu savunma sadece mahkeme ile de sınırlı tutulamaz. Bu konudaki argümanlarımızın hem yetkili makamlarımız hem sivil toplum örgütlerimiz hem de aydın insanlarımız tarafından dile getirilmesi ilgili kamuoyları ile de paylaşılması gerekir.
KKTC Cumhurbaşkanlığı, bu olayın BM Genel Sekreteri’nin kişisel temsilcisi olarak atanan Maria Cuellar’ın çabalarını olumsuz yönde etkileyeceğini BM Genel Sekreteri’ne bir mektupla acil olarak duyurmalıdır. Kıbrıs Rum Yönetimi Dışişleri Bakanı Kombos, konunun “siyasi” de olduğunu ve mal alım-satımı işlerine karışanlar için “endişe koşulları meydana getirmeye çalıştıklarını” bizzat kendisi açıklamıştır. Kombos’un açıklamaları bir itiraf niteliğindedir. Bir yanda müzakereler için zemin yaratma çalışması başlatılırken diğer yandan yürürlükteki kurallar hilafına “siyasi” çalışmalar yapmak ve “endişe iklimi” yaratmayı amaçlamak siyasi olarak yanıtlanması gereken bir girişimdir.
Konuya hakimiyet sağlamışsa Kıbrıs Türk Barolar Birliği, görevlendirdiği kişileri acil olarak Roma’ya gönderip olayı hukuki açıdan takip etmeli ve Roma’da kamuoyunu bilgilendirici faaliyetlerde bulunmalıdır.
Zayıf yanımızı da bilmemiz gerekir ama… Bu argümanları ileri sürebilmek için gerekli ortamı korumadığımız, “müzakereye başlamak için bizi tanımalısınız” diyerek kendi kuyumuzu kazdığımız ise yakıcı bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Un var; şeker ve süt de… İstersek yumurta ve yağ da bulabiliriz ama bu pastayı yapacak olan var mı; işte onu bilmiyorum doğrusu!
Akan Kürşat’ın kişisel bazı suçları olsa bile bunların sorgulanacağı ve yargılanacağı yer Rum tarafı değildir…