Bir ay kadar önce bir süre Avrupa Parlamentosu üyeliği de yapmış olan ama esasen ÖGER TUR’un yaratıcısı olarak bilinen Vural Öger ile bir söyleşi yapmıştım. Serbesti ve TV2020’de yayınlanan bu söyleşinin en dikkat çekici noktalarından biri, Öger’in Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ile konuşmasıydı.
2004 yılı sonlarına doğru, Chirac’ın Almanya ziyareti sırasında, Almanya Başbakanı Schröder, Türkiye’nin AB üyesi olmasının önemini anlatmak için Öger’i davet etmiş… Üçlünün buluşmasında Chirac, Türkiye’nin AB üyesi olmasının Avrupa’ya ne gibi yararları olacağını çok iyi bildiğini ancak Fransa halkının Türkiye hakkındaki izleniminin iyi olmadığını ve üyeliğe karşı çıktığını belirttikten sonra, “Ankara’dakilere söyleyin, Fransa’ya sopranolar ve sergiler yollasınlar. Kendilerini Fransızlara iyi yönleri ile tanıtsınlar. Ben Türkiye’nin üye olmasını istiyorum ama aynı zamanda seçilmek de istiyorum” anlamında sözler söylemiş ve Türkiye’nin kendisine yardım etmesini talep etmiş. Türkiye hükümetleri gerçekten üye olmak istiyorlarsa aynı uyarı hala geçerlidir. Türk imajını olumlu yönde değiştirmek için kaynak ve zaman harcanması gerekir.
Birinden yardım istiyorsanız size yardım edecekleri koşulları oluşturmaya çalışmanız da gerekir.
Bu gerçek elbette bizim için de geçerlidir… Deneyimle de sabittir. Kıbrıslı Türklerin özellikle Annan Planı’nın tartışıldığı günlerdeki prestijinin, siyasal tercihimiz nedeniyle nasıl yükseldiğini hepimiz biliyoruz. Dünya bizi “çözüm peşinde koşan barışçıl insanlar topluluğu” olarak tanımak eğilimindeymiş ki itibarımız hemen yükselivermişti…
Şimdi aynı durumda değiliz… Türkiye’den aldığımız katkı da olumlu değildir… Çağdaş değerlere öfke duyan insanlar topluluğu olarak görüldüğümüzü söylemek bile hafif kalır. Kavgacı ve bencil olarak algılanıyorsak şaşmamak gerekir.
Buna karşın hala daha yapılabilecek şeyler var. Hatta, kavgacılığımızın haklarımızın teslim edilmemesinden kaynaklandığını ileri sürmek istiyorsak olumlu yanlarımızı görünür hale getirmek çok yararlı sonuçlar verecektir. Chirac’ın dediği gibi en azından belli başlı ülkelerdeki kültürel, sanatsal ve hatta tarihi çalışmalarımıza biraz önem vermek bu sonuçlara ulaşmamızı kolaylaştıracaktır.
Cem ve Mine Kar’ın Londra’da açtıkları Denktaş in London sergisinin gördüğü ilgi belki bize örnek olur. Denktaş’ın Londra’daki hayatından ve Denktaş’ın Londra’da çektiği fotoğraflardan oluşan; tek bir kuruşluk devlet katkısı olmadan gerçekleştirilen serginin süresi özellikle Londra’da yaşayan Türklerin ilgilisi nedeniyle uzatıldı. Sergiden haberi olan Türkiye’nin Varşova Büyükelçisi Rauf Alp Denktaş, dedesinin fotoğraflarından oluşan bu sergiyi Polonya’ya götürmek için çalışma başlattı.
Keşke bu salgın haline dönebilse… Ve sergi çok daha fazla ülkeye gidebilse…
Keşke kamu kaynakları, ressamları, sinemacıları, fotoğrafçıları, heykeltraşları gezdirmek için kullanılabilse…
Keşke, Tatar’ın gezmek ve adamlarını gezdirmek için kullandığı kaynakların küçük bir kısmı bu işlere harcanabilse…
Çok daha olumlu izlenimler yaratacağına eminim…
Cem ve Mine Kar çiftinin Londra’da açtığı “Denktaş In London” sergisi beklenenden çok ilgi gördü. Sergi uygun bir zamanda Polonya’ya de gidecek. Tatar’ın gezisinden daha çok yararlı olacağına eminim!