Türkiye Cumhuriyetinin 100.yıl kutlamaları gündeme geldi. Bundan kısa bir süre önce gerçekleşen seçimlerde, iktidar ve muhalefetin siyasi argümanları arasında Cumhuriyetin 100.yılı söylemi çok önemli bir yer tutuyordu. İktidar partileri 100.yıla Türkiye’yi çok güçlü bir şekilde taşıdıklarından söz ediyordu. Muhalefet partileri ise Cumhuriyetin 100.yılında rejimin tehlike altına girdiğini, 100 yıllık Cumhuriyeti; seçimde elde edecekleri başarı ile kurtaracaklarını işliyorlardı. Yani Cumhuriyetin 100.yılı çok önemli bir vurgu ile dile getiriliyordu. Ancak bugün durum farklı.
İktidar, Filistin’e yönelik vahşi saldırıyı öne aldı. Muhalefet ise seçim başarısızlığı ve kendi Kurultay dertleri ile Yerel Seçimlerde ne yapacakları hesabının içinde kayboldu. Evet, Gazze’de ve Batı Şeria’da savaşın vahşi yüzünün, insanlara yaşattığı acıları izlemek yürekleri yakıyor. İsrailli insanların ölümü de yürek yakıyor. Bu nedenle etrafımızda böyle acılar yaşanırken ölçülü olmak önemlidir. Ama dünyanın ilk Kuruluş Savaşı sonucunda kurulan Cumhuriyeti ve bu olayı da ciddiyetle etkili olarak kutlamamak olamaz. Düşünün ki 2. Dünya savaşı sırasında ülkesinin önemli bir kısmı Nazi işgali altında iken SSCB, Moskova savaşı sırasında 7 Kasım 1941 yılında savaşın ve acının içinde Ekim Devrimi kutlamasını görkemli bir askeri geçit töreni ile Kızıl Meydanda yaptı. O görkemli kutlama törenine katılan askerlerin çoğu, savaşta öldü. O acı ve zor dönemde gerçekleşen o tarihi tören, Nazilere karşı savaşın kazanılması sürecinin önemli ivmesi oldu. Ayni şekilde 2. Dünya savaşında Londra, Nazilerin uçak ve füzeleri ile vurulurken İngiliz halkı, Nazilere karşı mücadelede opera, konser etkinliklerinden geri kalmadı ve önemli ulusal günlerini coşku ile kutladı. . Bu gayret savaşın kazanılmasını getirdi.
Peki Türkiye Cumhuriyetinin 100.yılı bölgemizin acılar içinde kavrulduğu bu dönemde, Atatürk’ün “ Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” belgisiyle, bölgemiz ve Türkiye ile Kıbrıs’ta iç demokratik barış ortamı ve vurgusu ile her kesimden ve görüşten insanın ortak paydasında ve katılımında etkin olarak kutlanamaz mıydı? Düşünün ki yaşamı savaşlarda geçmiş ve en sonda da Ulusal Kurtuluş savaşını vermiş ve Türkiye Cumhuriyetinin kurmuş bir lider olan Mustafa Kemal Atatürk, savaş sonrası; Anadolu’ da kararlılıkla savaştığı ve halkına pek çok acıyı yaşatan Yunanistan’la, barışı öne aldı. Bu nedenle ismine Atatürk- Venizelos Dostluğu denen yeni barış sürecini başlattı. Aynı zamanda Kuruluş Savaşı öncesi, 10-15 yıl önce acımasız savaşlar yaşadığı Balkan ülkeleri ile Barış içinde yan yana yaşama olgusu ışığında, Balkan Paktı ile barış temelini....Bağdat Paktı ile de askerlik yaşamında acı savaşları yaşadığı Orta Doğu ülkeleri ile bir başka ortak barış zemini sağladı. Tüm bunları da günümüzde bazılarının küçümsediği Lozan Antlaşması ile kurulan Türkiye Cumhuriyetini; uluslararası, siyaset ve hukukla da buluşturarak onun temellerini; siyasi, hukuki zeminle perçinledikten sonra yaptı. Ondan sonra bu zemini ardılları, “ Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” belgisi zemininde, Türkiye’yi 2. Dünya savaşına sokmayarak devam ettirdiler. Bu en büyük değerlerden diğeri oldu. Ancak şimdilerde çok ilginçtir; 2.Dünya savaşı öncesi, Almanya ve İtalya’ da ortaya çıkan faşist ideolojilerin yayılmacılık ve işgal olgularını öne çıkartan ve entelektüel dünyayı zehirleyen dar milliyetçi histeriye karşın, Atatürk’ün ortaya sürdüğü o; “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” belgisi, günümüzde sanki yokmuş gibi muamele görüyor.
Türkiye Cumhuriyetinin 100.yılı kutlu olsun. Yurtta Sulh, Cihanda Sulh.
Türkiye Cumhuriyetinin 100.Yılı
Paylaş