Türkiye ile KKTC arasında beklenen Protokol imzalandı. Bu, “750 milyon TL geliyor“ haberi ile birlikte imzanın yalnız törensel yanı haber olarak halka servis edildi.
Protokolün içeriği açıklanmadı. Bunu hiçbir zaman anlamadım. Çünkü olaya dönük açıklık olmadığı için imzalanan metne yönelik ciddi kuşkular oluşur. Spekülasyon alır başını gider.
Elbette imzalanacak ve imzalanan metinle ilgili farklı bakış açıları ve eleştiriler olabilir. Ama bundan rahatsızlık duyulması doğru değildir. Bu eleştirilerde haksızlık olduğuna inananlar, buna cevap verir. Haklı noktalar varsa, bunu giderecek tedbirler geliştirilir.
Ancak bunlar yapılmadığı zaman o Protokollerde yer alan doğru noktalar da içselleşmez. Bir tek şey hâkim olur. Korku ve kuşku.
Bir kesim, bu Protokolle toplumsal varlığa ciddi zararlar geleceğine inanır. Diğer bir kesim de buna dönük eleştirilere, farklı bir kuşku ve korku ile yaklaşır. Eleştirileri Türkiye düşmanlığı olarak algılar. Böylece farklılıkların yapacağı niteliksel tartışma yerine, kaba anlamı ile bir kör döğüş başlar.
Yakın tarihten bir yaşanmışlıkla konuyu ele alalım. 2009 Nisan seçimlerinden sonra iş başına gelen UBP ve Başbakan Sayın Eroğlu, Türkiye ile 2009 Ekimi gibi Protokol görüşmeleri yaptı ve metni imzaladı. Ancak imzalandığını dahi kabul etmedi. Sonra o dönem Ankara’da görevli olan Sayın Halil İbrahim Akça, Protokolün basılı halini bizzat kendisi dağıtmaya başladı. Herkes bundan okudu.
Fakat, 2010 Cumhurbaşkanlığı seçimi kapının arkasında idi, bu nedenle konu öne çıkmadı. Bilahare seçimler gerçekleşti ve Sayın Eroğlu Cumhurbaşkanı seçildi. Arkasından Rahmetli İrsen Küçük Başbakan oldu. Sayın İrsen Küçük Başbakan olur olmaz, Sayın Eroğlu, kendi imzaladığı Protokolü Sayın İrsen Küçük'e uygulamaması için popülizm dolu açıklamalar yapmaya başladı. Ancak gizlenen Protokolü öğrenen sendikalar, üretici örgütleri, esnaf odaları ve iş çevrelerinin önemli bir kesimi, Protokolde kendileri ile ilgili olumsuz noktalara dönük tepkilerini doruğa çıkarttı.
Bu nedenle arka arkaya, toplumun her kesimini kapsayan iki büyük miting oldu. O dönem Kıbrıs’ta görevde olan Türkiye Büyükelçisi deneyimli diplomat Sayın Kaya Türkmen durumu gördü ve rahatsızlık olan noktaları ele almak için toplumsal muhalefetle diyalog arayışına girdi.
Bu girişim yanı sıra Başbakan Sayın İrsen Küçük başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, ikinci büyük miting sonrasında açıklama yaptı. “Halkımızı rahatsız eden uygulamalardan kaçınacağız” dedi.
Ancak gerek Sayın Türkmen’in, gerekse Başbakan İrsen Küçük’ün bu açıklamaları o Protokolü imzalayan ve halktan gizleyen Sayın Eroğlu'nu rahatsız etti. Kendini en büyük görmenin rahatlığı içinde dönüp, Türkiye’de Kıbrıs İşlerinden sorumlu Bakanlık yetkilisi olan Sayın Halil İbrahim Akça'yı görevden alması için dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan’a yazı yolladı.
Sen misin bunu yapan? Bu kez Kıbrıs‘ta toplumsal muhalefetle yapıcı diyalog yollarını arayan Sayın Kaya Türkmen görevden alındı ve yerine Sayın Eroğlu’nun görevden al dediği Sayın Akça atandı. Böylece Kıbrıs Türk Toplumu, biri zamansız ayrılması, diğerine ise hep kuşku ile bakılması nedeni ile bu iki deneyimli ve iyi niyetli insandan yeterince katkı alamadı.
Toplumsal muhalefet de hata yaptı. Bir yandan Başbakan İrsen Küçük’ün açılımına ve Sayın Türkmen’in girişimlerine yeteri önemi vermedi. Marjinalleşme öne çıktı. Böylece o zemin kayboldu.
Sonuç ne oldu? O Protokol uygulanamadı. Aksine, o Protokol dönemi, tarihimize siyasi krizler ve kaoslar dönemi olarak yazıldı. UBP içi kavgalar aldı başını gitti. Erken seçimle sonuçlandı.
Bu nedenle bütün o dönemlerde sorumlu Maliye Bakanı olarak görev yapan Başbakan Sayın Ersin Tatar'ın dersler çıkartıp, Protokol işini bizzat kendisi toplumun bilgisine ve tartışmasına açması gerekirdi. Ancak maalesef gizleyicisi oldu. Aynı şekilde açıklık, şeffaflık diyerek siyaset yapan Sayın Özersay’ın da şeffaflığı, ışığı belli ölçüde geçiren ama görünürlüğü engelleyen “Buzlu cam" olarak ele alması nedeni ile aynı kısırlık hâkim oldu. Bu sağlıklı değildir ve umulan faydayı vermez.
Tatar, Özersay ve buzlu cam
Paylaş