Kıbrıs Cumhuriyetinin kurucu iki ortağından biri olan ve 1963’te ortaklığa silah zoru ile el koyan Rumların, yasal Kıbrıs Cumhuriyeti kabul edilmesi uluslararası hukuk ve anlaşmalara aykırıdır.
Güneydeki yönetimin, uluslararası anlaşma olan Londra Zürih Anlaşması ile kurulan iki halklı Kıbrıs Cumhuriyeti olmadığı inkar edilemeyen bir gerçektir.
Sırf adaya BM barış Gücü getirilmesi amacı ile Mart 1964’de alınan karar ve Avrupa Birliğinin Rum yönetimini 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti olarak üye yapması, güneydeki Rum yönetiminin yasal ve anlaşmalara göre kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti olmadığı gerçeğini değiştirmemektedir.
Emperyalist devletler ile onların güdümünde olan AB ile BM’nin, sırf Türkiye kompleksleri nedeniyle Rum-Yunan yanlısı tutumu, Rum yönetiminin Kıbrıs Cumhuriyetini temsil etmediği gerçeğini değiştirmemektedir.
Rum yönetiminin Kıbrıs Cumhuriyeti olmaması bir yana, bu yönetimin polis ve askerleri 1963-74 döneminde yollarda seyahat eden sivil Türkleri kaçırarak katletti. Türk yerleşim yerlerine saldırarak, mal ve can kayıplarına sebep oldu. Kıbrıs Cumhuriyetini yıkması ve Türk halkına zarar vermesi nedeniyle suçludur.
Sırf bir anlaşma yapılabilmesine yardımcı olmak düşüncesiyle, bu gerçekleri bugüne kadar gündeme taşımamamız, maalesef çözümsüzlüğe ve statükonun devamına sebep oldu.
Bu nedenle bundan sonra çözüm için öncelikle, Rum yönetiminin yasal olmadığını, suçlu olduğunu, bizim ise mağdur edildiğimiz gerçeğinin kabul edilmesini talep etmeliyiz.
Rum- Yunan cephesinin 1963 yılından başlayarak sergilediği uzun vadeli, inançlı ve mücadeleci politikaları karşısında, bizim bu güne kadar sergilemekte olduğumuz tutarsız, pasif, teslimiyetçi, işleri oluruna bırakma anlayışı, AB ve BM gibi kuruluşların belirlediği kulvarda çözüm arama çabalarına boyun eğmemiz, sadece Rumların sahte yönetiminin güçlenmesine yaradı.
1963 yılından sonra hep saldırıya uğrayan ve hakları çiğnenen taraf olmamıza rağmen, Rum tarafının suçlarını örtbas etmesi, propagandaya önem vermesi nedeni ile hep kaybeden taraf olduk.
Kıbrıs Türk halkı olarak, olaylardan ders almamız, artık kendimize gelmemiz, geleceğimizi riske atmamamız, yeniden eski sıkıntılı günlere götürülmememiz için, uzun vadeli ve daha isabetli bir tutum sergilememiz ve bu doğrultuda inançla sebatla, bıkmadan, usanmadan Rum yönetiminin anlaşmalara göre kurulan Kıbrıs Cumhuriyetini temsil etmesinin, yanlış olduğunu ısrarla ortaya koymalıyız.
Maalesef Anavatanın bazı yöneticilerinin, 1964 yılında BM’lerde, daha sonra gümrük birliğine girmek ve AB adaylığı karşılığında yaptıkları yanlışlar, Rumları avantajlı duruma getirdi. Hele, AB’nin en etkili karar mekanizmalarında tüm ülkelerin bir oya sahip olmasına karşın, muhataplarımızın iki oya (Yunanistan+ Rum yönetimi)sahip olması, Türk tarafı için küçümsenemeyecek bir dezavantajdır.
Ancak Kıbrıs çıkmazında birinci derecede ilgili olan ve sonuçlardan da en çok etkilenen taraf olarak, bizim irademiz dışında verilen kararlara boyun eğmek ve bu kararlara uymak zorunda olmadığımızı bilmemiz ve bunu herkese, her düzeyde vurgulamamız gerekir.
Davayı kaybetmemek için, haklı olduğumuza önce kendimiz inanmamız ve bu uğurda mücadeleden kaçınmamalıyız. Rum-Yunan ikilisinin belirlediği kulvarda ve federasyon zemininde müzakerelere katılmamız durumunda, azınlık ve ozmosis seçeneği ile karşı karşıya kalacağımız aşikardır.
Aslında, Güneydeki yönetimin, Kıbrıs Rum cumhuriyeti değil de, Kıbrıs Cumhuriyeti kabul edilmesi, bizim için cankurtaran simidi, paha biçilmez bir koz ve karşı tarafın da en zayıf olduğu noktadır. Çünkü güneydeki yönetimin sahte Kıbrıs Cumhuriyeti olduğunun kanıtlanması oldukça kolaydır.
Uluslararası kuruluşlar ve yabancı ülkeler, güneydeki yönetimi, Kıbrıs Cumhuriyeti değil de Kıbrıs Rum yönetimi kabul etselerdi, karşı çıkmağa veya itiraz etmeye hakkımız olmayacaktı. Çünkü egemen devletlerin yeni kurulan devletleri tanımasını kimse engelleyemez.
BM ile AB’nin sadece Rumları temsil eden yönetimi muhatap alması ve Kıbrıs Cumhuriyetinin kurucu ortağı olan Türk halkının onayı alınmadan kararlar alması, pratikte güneydeki yönetimi Rum devleti olarak tanıdığını gösterir.
Aksi halde güneydeki yönetimi 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti kabul etseydi, alacakları tüm kararlarda kurucu ortak olan Türk halkının onayını da talep etmeleri gerekecekti.
Emperyalistler ile bunların güdümünde olan AB ile BM’nin, güneydeki yönetimi görünürde Kıbrıs Cumhuriyeti kabul etmesinin nedeni, yıkılan 1960 cumhuriyetinin diğer kurucu ortağı olan Türk halkının kurduğu KKTC’nin tanınmamasını sağlamaktır…
Kısaca belirtmek gerekirse, Türk tarafı olarak güneydeki yönetimin 1960’ta kurulan iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti olmadığını, sadece Rumları temsil eden bir yönetim olduğunu ısrarla vurgulamalıyız. Devletimizin artık tanınmasını talep etmeliyiz.
1963’te silah zoru ile ortak yönetimden atılmamız nedeniyle, halkımızın devlet gereksiniminin karşılanması için KKTC’yi kurduğumuzu vurgulamalıyız.
Bu güne dek yaşadığımız olaylardan, herkesin haksızlığa uğradığımızı anlamak zorunda olmadığını, haklarımızın gasp edildiğini bilseler dahi, biz gerektiği şekilde talep etmediğimiz sürece, bize başkalarının hiçbir yardımda bulunmayacağını anlamamız gerekir.
Oyunun sonlandırılması zamanı gelmiştir
Paylaş
Ilker Cankara 2 Yıl Önce
Tesekkurler. Cok guzel bir yazi.