Diyalog Gazetesi
2019-03-25 09:35:20

Mutfaktaki yangın, demokrasi ve Kıbrıs sorunu

Ferdi Sabit SOYER

25 Mart 2019, 09:35

 Döviz yine fırladı. Ekonomi iyi işaretler vermiyor. İnsanların yaşamları gittikçe daha da zorlaşıyor. Ne isterse olsun, dar gelirli çoğunluğu doğrudan ilgilendiren “mutfak enflasyonudur”.
Ekonomide, zamlarla birlikte gelişen sıkıntının, ekonomik model, demokrasi ve dış politika ile bağı göz ardı edilebilir mi? 
Türkiye ve biz, sermaye hareketlerinin serbestliği üzerine dönük bir model içindeyiz. Yani dövizin ülkeye serbest girişi ve çıkış söz konusudur.
Evet, bizim bir para politikamız yok. Resmi para birimimiz TL’dir. Dolayısı ile Türkiye’de bu alanda takip edilen siyasi ve ekonomik politikalar bizi doğrudan etkiler. Bu nedenle bunları tartışmak gerekir. 
Yani eğer sermaye hareketleri serbesttir diyorsanız, o zaman ekonomik uygulamada devlet eli ile Dövizi ve Faizi düzenlemenin size başka sıkıntılar getireceğini bileceksiniz.
Ayrıca iç ve dış politikanızda bu temeli esas almalıdır. Yani barış ve işbirliğine yönelik demokratik bir iç ve dış siyasetiniz olmalıdır. Bunlarla uyguladığınız model arasındaki çelişkiyi Türkiye ve biz, 1990 ve 2000 yıllarında, ekonomik krizlerle yaşadık. 
Bunu Türkiye’nin AB Gümrük Birliği süreci bağlamında ele alalım. Ciddi tartışmalar sonrası Türkiye, 1994'te AB Gümrük Birliğine katılma kararı aldı. Ancak bu karar, Kıbrıs sorunu ile harmanlanmadı.
Çünkü o zaman Türkiye’nin AB Gümrük Birliğine katılımı için onay vermeyi Yunanistan, AB’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti“ ile hükümetler arası görüşmelerin başlatılmasına evet deme şartına bağlamıştı.
Türkiye bunu kabul etti ve Kıbrıs’ın, AB ile hükümetler arası görüşmeleri başlatmasına Garantör ülke olarak itiraz etmedi. O dönem, DP- CTP Koalisyon Hükümeti iş başında idi. Konu Bakanlar Kurulunda Dönemin Cumhurbaşkanı Sayın R. R. Denktaş'ın katılımı ile görüşüldü. Bizim görüşümüz açıktı. 
Evet, Türkiye, AB Gümrük Birliğine girmeli. Ama madem bunun için “Kıbrıs Cumhuriyeti “ de AB üyeliği için hükümetler arası görüşmeye girecek ve buna yeşil ışık yakıldı. O zaman Federal Kıbrıs temelinde siyasi eşitlik zemininde Kıbrıs Türk Tarafı da AB ile görüşmelere girmelidir. 
Bu görüş, KKTC Bakanlar Kurulunda ret edilmedi. Sayın Denktaş'ın Ankara ziyareti vardı, bunu Dönemin Başbakanı Sayın Tansu Çiller ile görüşmesini istedik.
Gitti geldi. Yine Bakanlar Kurulu toplandı. Sayın Denktaş geldi. Öfkeli idi. Sayın Özker Özgür ona “Türkiye Başbakanı ne dedi“ diye sordu. Sayın Denktaş öfke ile “alın da okuyun o kadının görüşlerini” dedi ve bir sarı zarfı masaya fırlattı. Aldık okuduk. Görüşler şu idi. Kıbrıslı Türklerin bu zeminde görüşmesine gerek yok. Merak etmeyin, Türkiye’nin AB Gümrük Birliği gerçekleştikten sonra sizin de yolunuz AB’ ye doğru açılacak.
Bunu biz içimize sindirmedik. Israr ettik. Sonra iki kez DP – CTP koalisyonu bozuldu. Bu arada Türkiye’de de siyasi çalkantılar durmadı. Refah Yol Hükümeti kuruldu. Bu hükümet ise kabul edilemez 28 Şubat Darbesi ile yıkıldı. Buna karşın AB ile görüşme tezimizi, 2000’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde yalnız kalarak yine savunduk. Ne kadar haklı olduğumuzu ise sonra yaşananlar gösterdi. 
28 Şubat Darbesinden sonra darbe yapılan hükümeti karalamak ve darbeyi haklı göstermek için basına servis edilen verilerden başka şeyler de öğrendik. 28 Şubat Darbesini destekleyen Milliyet Gazetesinde okuduğumuz darbe ile yıkılan Bakanlar Kurulu kararlarına göre Refah Yol Hükümeti, Kıbrıs’ta AB hedefi güden hükümetin görevden gitmesi ve yerine “milli hedefleri” gözeten hükümet kurmak için görevlendirme yaptı. Bunun üzerine DP- CTP Hükümeti düşürüldü ve 250 milyon dolarlık destek kaynağı ile UBP- DP koalisyonu kuruldu.
En ilginci ise kendilerinin hükümet olmasını o darbeye borçlu olan UBP derhal, 28 Şubat darbecilerinin destekçisi olurken, biz ise darbeci anlayışla kurulan siyasi yapının yine muhalifi idik.
Sonra neler oldu? Türkiye’de ekonomik kriz derinleşti. Dönemin en milliyetçi hükümeti, 1999 AB Helsinki zirve kararını da kabul etti. Buna göre çözüm olsun olmasın Kıbrıs, AB üyesi olacaktı.
Peki, bunların bu yaşadığımız ekonomik krizle ne ilgisi var diyeceksiniz? Bakın, Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Yeni Zelanda'daki son vahşi katliamla ilgili olarak Washington Post Gazetesine bir makale yazdı. ABD ve AB kamuoyuna yani, batı dünyasına seslenen bu makalede Sayın Erdoğan bir ifadeye özel vurgu yaptı. “Stratejik hedefimiz AB’ye tam üyeliktir“ dedi.
Eğer stratejik hedef bu ise, Gümrük Birliği ve 1999 Helsinki zirve kararları yaşanmışlığından dersler çıkartmak gerekiyor.
Çünkü Kıbrıs sorununu, BM Parametrelerine dayalı gerçekten çözmeden, bu hedeflerin doğru dürüst gerçekleşmesi zordur. Gümrük Birliği veya 1999'da o günün ihtiyaçlarını gidermek için yapılan yarım işin zararını Türkiye ve Kıbrıslı Türkler misli ile yaşamaktadırlar. KC, AB üyesi oldu. Kıbrıslı Türkler dıştadır. Türkiye’de tüm kazanımlarına karşın AB ve bölge ile ilgili olarak ciddi sorunlarla yüz yüzedir. 
Eğer ekonomik ilişkiler ve yapı, dış politika ve demokratik değerlerle bir bütün olmazsa, o zaman krizler çok derinleşir ve süreğenleşir. Yani mutfaktaki enflasyonun hem ekonomik kararlarla, hem dış politika, hem de demokrasi ile doğrudan bağı vardır. 

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.