Rum tarafının mevcut koşullarda ve sahip olduğu avantajlı durum nedeniyle, egemenliğini tüm adaya yaymasını sağlayacak bir anlaşma peşinde olduğunu kötü niyetli olmayan herkes biliyor.
Bu durumda, Rum tarafının bizimle makul bir anlaşmaya yanaşması için, mevcut koşulları ve sahip olduğu avantajlı durumun etkisini ortadan kaldırmamız gerekir.
Yoksa barıştan ve çözümden yana görünmek düşüncesi ile, hep alttan almak, aşağılanmaya ses çıkarmamak, Rumlara bizimle birleşmesi için yalvarmak veya yabancıların da bu amaçla bize yardım etmesini beklemek, isabetli bir tutum olamaz.
Ulu önderimiz Atatürk’ün ifade ettiği gibi ‘Yabancılardan insaf ve iyilik dilenmek gibi bir ilke yoktur. Türk ulusu, Türk ilinin gelecek çocukları bunu bir an olsun akıllarından çıkarmamalıdır.’
İçinde bulunduğumuz koşullarda, güneydeki seçimlerden sonra müzakerelere kaldığı yerden devam edilmesi durumunda, varlığımızı sürdürmemize olanak verebilecek bir anlaşma yapılabileceğini, düşünmek bile saflıktır.
Çünkü içimizdeki ilerici (!) işbirlikçilerin faaliyetleri sonucu teslim olacağımız beklentisi ile bizi müzakere masasında oyalayıp zaman kazanmak niyetindedir.
1977-1979 Denktaş –Kiprianu doruk anlaşmasının imzalanmasından sonra yapılan toplumlar arası görüşmelerde bizim tüm çözüm planlarını kabul etmemize rağmen, Rumlar ret etmiştir.1986 Cuellar planını,1992’de Gali Planını,1994’de Güven Yaratıcı Önlemler Paketini, 2004’de Annan Planını bizim kabul etmemize ve en son Crans Montana da yok olmamıza zemin hazırlayacağı aşikar olan korkunç tavizler verilmesine karşın, çözüme ulaşılamaması, Rumların bizimle ortaklık kurmak niyetinde olmadıklarını gösterir.
Kuşkusuz, Rumların ve ‘Hemen şimdi çözümcüler’ ile içimizde Rum ulusal tezlerini destekleyenlerin istediği şekilde yama ve teslim olmayı kabul etmemiz durumunda, hemen bir anlaşma yapılmasını sağlamamız mümkündür.
Fakat böyle bir çözümden sonra, canımıza kıyılmasa bile, Batı Trakya’daki soydaşlarımız gibi ikinci sınıf vatandaş olarak yaşamak ile göç etmek arasında seçim yapmak zorunda kalacağız.
İşte bu nedenle atacağımız adımlar ile, Rum tarafını bizimle görüşmek ve bir çözüm bulunması için arkamızda koşmasını sağlamamız gerekir.
Bunun sağlanması için:
1.Anavatanla her konuda ikili anlaşmalar yaparak, iç işlerimizi düzene sokmamız ve vatandaşların günlük yaşamını rahatlatmamız;
2.Anavatanla özel ticari ve işbirliği anlaşmaları yaparak, özendirici önlemlerle Türkiye’deki yatırımcıların ülkemize yatırım yapılmasını sağlayarak ekonomimizi güçlendirmemiz;
3.Devletimizin güneydeki yönetimden daha meşru olduğu gerçeğini dikkate alarak, Anavatanın destek yardımı ile tanınmak için yoğun çaba harcamalıyız. Dünyaya Rum Yönetimi’nin 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanındığı süre, bizimle eşit ortaklığa yanaşmayacağı gerçeği anlatılmalıdır.
Kısaca, müzakerelere kaldığı yerden devam etmek, Rum’un bizi zamanla çökertebileceği hesabı ile masada oyalamasına fırsat vermek yerine, Kıbrıs Cumhuriyeti unvanı avantajı, ambargolar, baskılar, fanatik Türkiye düşmanlarının desteği, yabancı ülkelerle askeri işbirliği anlaşmaları, silahlanma, ve KKTC’deki işbirlikçilerin yıkıcı kampanyaları ile bizi çökertemeyeceğini, adanın tümüne sahip olamayacağını anlamasını sağlamalıyız.
Ahmet Soysal 7 Yıl Önce
KKTC nin bence gelecek kaygısı olmaması KKTC nin ekonomik olarak kalkınmasına bağlıdır.Daha çok yatırım ve ekonomik kalkinma artık ulusal güvenlik kadar önemlidir dünyada.Ekonomisi güçlü toplumlar guvenlik ve gelecek kaygisi tasimazlar.Ama güçlü KKTC için güçlü ekonomi güçlü ordu.Yatirim enstrümanlarını sonuna kadar kullanılması lazım.Turkiyesiz KKTC eksik kalır.Kibris Turktur Türk dünyası ile büyüyecektir