“Biri kuyuya bir taş atar, kırk akıllı çıkaramaz” sözümüz bu günler için söylenmiş gibidir. Çünkü günümüzde yaşadıklarımızı biri anlatmış olsaydı, “amma akıl dışı bir komplo teorisi ha” diyecektik.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşadıklarımız, Cumhurbaşkanı seçilen Başbakanın vekalet vermeden, CB makamını seçmesi. Böylece siyaseten fiilen düşen hükümetin, hukuken de yok hükmüne girmesini. İktidar partisi UBP’nin Kurultayını sonuçlandıramayıp, 2. turu iptal etmesini. Kendi Kurultay iradesini de hiçleştirerek Başbakan adayı tespit etmesini. İkinci tura en güçlü aday olarak girecek olanın içine sinmediğini söyleyerek Adaylıktan geri çekilmesini, sonra bu kararından vazgeçtiğini, ama sonra bunu da hayata geçirme iradesine engel olunduğunu. Hayret ve öfke içinde izledik.
Bu halleri ise, ülkenin ve toplumun büyük ekonomik krizle karşı karşıya olduğu ve bunun kafamıza balyoz gibi her gün vurmasına karşın yaşadık. Bu nedenlerle hükümet kurulamadığını ve sürüklene sürüklene erken seçime gönülsüz itildiğimizi; birileri dün bize anlatmış olsaydı, “git işine imkansız senaryolarla uğraşma“ derdik. Ama bunları günümüzde gözlerimiz iri iri açılmış olarak izliyoruz. Dün mağrur bir eda ile İmar Planı ile ilgili olarak farklı bir bakış açısı nedeni ile UBP Genel Sekreteri olarak Sayın Saner; dönemin İçişleri Bakanı olan HP’li Sayın Ayşegül Baybars’a, “küçük kadın” diye hakimiyetçi bir mağrurlukla seslenebilme üstünlükçe bir tavra sahip olabilecek. Bunu hak görecek. Ama bugün, Başbakan adayı olarak, hükümeti kurmak için “iğne deliğinden” geçecek bir incelikle onlarla görüşme yapmayı da meziyet sayacak. Peki bütün bunların nedeni ne?
Bir kere günümüzde, demokraside, siyasette kurumsal yapılara ve kurallara uymamak meziyet oldu. Bunun meziyet sayılması bu imkansız diye düşünülenlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Kurumlar ve kurallar es geçilmeye başlandıkça bozulma, çürüme gelişir. Bu çürüme ise dün olmaz denilenin bugün tüm çirkinliği ile yaşanmasına yol açar.
Düşünün ki 2021’de KKTC Bütçesinin 3 milyar beş yüz milyon TL açık vereceğini mevcut hükümetin Maliye Bakanı ifade ediyor. Ülkenin en büyük iş dünyası örgütü olan KTTO, KKTC ekonomisinin %26 oranında küçülebileceğini açıklıyor. Esnaf Zanaatkârlar Odası esnafın dövizle olan kiralarını ödeyemediklerini. Ekonomik kriz nedeni ile pek çok işletmenin kapandığını ifade ediyor. İnsanlar “siftah” yapmadıklarını günlük gazetelerde röportajlarda bangır bangır anlatıyorlar.
Ülke ekonomisinin motoru olan turizm sektörünün sözcüleri sektörün içine girdiği çıkmazı ve zorlukları anlatıyor. Bazıları ise İstanbul’un fethi sırasında Bizanslı din adamlarının “melekler erkek mi dişi mi?” diye tartıştıkları anlatısına benzer şekilde, hala Casinolu, Casinosuz Hotel tartışmasını yapıyor.
Üstelik bunca hay huya karşın hala kurumları ve kuralları yok saymanın yol açtığı bugünkü bu garabet halin sorgulanmasına dahi tahammül göstermiyor bunun sorumluları. Bir küçük özeleştiriye dahi gitmeden, bu sorgulamayı engellemek için kendini, “devlet partisi” ve tutumunu da “devlet siyaseti” diye tanımlayarak, yanlış halin üzerini örtmeye çalışıyor. Bunu yapanlar ne hükümet kurabilir, ne de kursa bile bu ağır yıkımın altından toplum olarak çıkma çabamıza katkı sağlayabilir.
Mesele kurumsal varlık ve kurallardır. Bu temeli sarsan sonuç itibarı ile seçim denilen olaydan başarılı dahi çıksa, bugün 1. Partinin yaşadığı çıkmazı yaşar.
Ama esas olan yıkım ise toplumun her kesiminin, kendisine ve devlete yabancılaşması ile gelişir. İşte en büyük yıkım budur.
Kimse taşı çıkaramıyor mu?
Paylaş