Normalleşme diyerek eskinin çok da matah olmayan haline milim şaşmadan döndük. İngiliz Üs Bölgelerindeki mülklerin Kıbrıslı Rumlara geliştirmek için verilmesi kararına dönük, arka arkaya yapılan ve İngiltere’ye öfke dolu açıklamalar, eski anormale dönüşün en tipik örneğidir.
Bu konunun temeli 2014’te atıldı. O günlerde bunun yalnızca Güneyle yapılan görüşmelerle ele alınmasının yanlış olduğunu ifade eden yazılar yazdım. Buna 1960 KC Kuruluş anlaşmalarının tarafı olarak Kıbrıs Türk tarafının ve Türkiye’nin gerekli karşı girişimleri yapması gerektiğini ifade ettim.
Arkasından bir başka ciddi gelişme yaşanmıştı. Amerikan Kara Kuvvetleri Komutanı Kıbrıs’ı ziyaret etmiş ve Amerika Büyükelçisi ve İngiltere Yüksek Komiseri ile birlikte RMMO Komutanı ile görüşmüştü. O görüşmede de Amerikan askeri birliklerinin Orta Doğu’daki gelişmelerde Kıbrıs’ı ve Kıbrıs’taki İngiliz Üslerini kullanma konusunu konuşmuşlardı.
Kıbrıs Türk tarafı bunu İngiltere ve Amerika indinde ele alması gerekir, tepki koymak şarttır diye yazılar yazmıştım. Neden? Çünkü İngiliz Üsleri, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti oluşurken, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum Toplumları ile Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında yapılan Garantörlük ve Askeri İttifak Antlaşmalarından ayrı olarak, İngiliz Üs Bölgeleri ile ilgili yapılmış olan, bu yüzden 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına da ek olarak eklenmiş antlaşmalarla ortaya çıkmış alanlardır.
Bu nedenle ilgili taraflar, Kıbrıs sorununa karşın, bu bölgelerle ilgili siyasi gelişmeleri, iki toplumla liderler düzeyinde ele almak zorundadırlar. Ama bu gerçekleşmiyor.
Onlar yapacak, biz ise arkadan düğmeye basılan öfke dolu siyasi demeçlerle, tepki göstereceğiz. Oyun kurmak ve olayların gelişmesine katkı koymak gibi zor ve yaratıcı bir işten de geri duracağız.
Bakın Türkiye, Libya’da zorluklara karşın yol aldı. Bunun en esaslı siyasi temeli nedir? Libya’da BM’nin Tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti ve onun Başbakanı Sayın Fayaz al Sarraç ile Türkiye’nin uluslararası meşruluğa dayandırdığı ve bu temelde güçlendirdiği ilişkilerdir. Yani esas olan nokta uluslararası meşruluktur.
Evet, Kıbrıs Cumhuriyeti de 1960’ta altında imzamız ve onayımız ile uluslararası siyasete ve BM’ye üye oldu. Meşrudur. Ama bu 1964 darbesi ile darbelenmiştir. 1964 darbesine karşın, 1964 yılında BMGK “zorunluluk doktrini“ ifadesi ile alınan kararla yasaldır. Ama bu yasallık tek taraflı gasp altındadır. Yani yasaldır ama demokratik meşruiyeti yoktur. Bunun için o günden beri toplumlararası görüşmelerle bu gaspı ortadan kaldırmaya ve tekrar siyasi eşitlik içinde geri almaya uğraşıyoruz.
Bu zemin o denli güçlüdür ki Garantörlük hakkını ve 1974’ü buna dayandırıyoruz. Ayrıca Kıbrıs’ın yer altı ve yer üstü zenginliklerindeki haklarımızı da buna dayandırıyoruz. Ayrıca denizlerdeki hidrokarbon haklarını ve Doğu Akdeniz’deki çıkarlarımızı da buna dayandırıyoruz. Üstelik Kıbrıs Rum tarafı tüm tek yanlı hakimiyetçi tutumuna karşın, bunu reddedemiyor. Uluslararası siyasete bunu göstermek için; göstermelik dahi olsa, “Kıbrıslı Türklerin hidrokarbon haklarını bir fona toplayacağız, Kıbrıs sorunu çözülünce vereceğiz” diyor. Yani yasallıkla, demokratik meşruiyet arasında var olan bu büyük çelişkiyi böyle gizlemeye gayret ediyor.
Libya’da yol almanın temeli, BM’nin meşru saydığı yönetimle ortak hareket etmek olduğu çok nettir. 1960 Antlaşması her açıdan meşru temelimizdir. Bu temeli, 1974 sonrası yeniden ortaya koyan ise, 1977 ve 1979 Doruk Antlaşmaları ile bugüne kadar çilelerle ördüğümüz ilgili BM kararları ve bunun bitirici sonuç alamasak dahi, ortaya çıkarttığı metinlerdir.
İngiliz Üsler meselesini bu özden kopartarak hamasetle ele alamayız. İki Bölgeli, İki Toplumlu, Siyasi Eşitliğe dayalı Federal Kıbrıs tezi, bu nedenle hala esaslı çıkış yoludur.
İngiliz Üsleri, Libya ve kaybettiğimiz
Paylaş