Uzun bir zamandır, siyasi yaşamımıza akıl değil, duygular hakimdir. Bunun son örneği, Sayın Akıncı’nın Guardian Gazetesi’nde yer alan röportajı sonrası oluşan ortamdır.
Değerlendirmek için önce kısa bir tarihi bakışa ihtiyaç var. Birinci Dünya Savaşı sonunda Mondros Ateşkes antlaşması sonrası Fransa; Suriye'yi ve Hatay’ı işgal etti. Türkiye’de başlayan Ulusal Kuruluş devinimin önemli temeli olan Misak-ı Milli ile Hatay, sınırlar içine alınmıştı. Kıbrıs, Misak-ı Milli sınırları içinde değildi. Hatay için, Ulusal Kurtuluş savası sonlanmadan koşullar değişmeye başladı.
Sakarya Savaşının kazanılması sonrası, Fransa ile 1921’de Ankara'da antlaşma yapıldı. Buna göre Suriye, Fransa mandasında kalacak, ancak Hatay'da özerk bir yönetim kurulacak. Bunun resmi dili Türkçe, para birimi Türk parası ve Hatay'daki Türkler devlet yönetiminde yer alacak. Ulusal Kurtuluş Savaşı bitmeden, Atatürk ve TBMM; 1921 Ankara Antlaşmasıyla Hatay’a dönük ilk siyasi adımı attı.
Ancak, İkinci Dünya Savaşı koşullarının gelişmeye başlaması ile Fransa; Almanya'ya karşı gücünü toplamak için, Lübnan ve Suriye'deki işgali kaldırıp, buraları egemen devlet olarak kabul ettiğini açıkladı. Atatürk bunun üzerine harekete geçti. Fransa’nın bu adımı üzerine, Hatay’ın, egemenlik hakkının tanınmasını talep etti. TBMM yaptığı konuşmada, “Yıllardır Fransızlarla aramızda devam eden davanın sonuçlanma zamanı gelmiştir” dedi. Bunun arkasından Antakya, İskenderun Müdfaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı, Sayın Tayfur Sökmen’e çektiği telgraf ile Cemiyetin isminin, “Hatay Egemenlik Cemiyeti" olarak değiştirilmesini ve faaliyetlerin bu isim altında olmasını istedi.
Yani, 1921 Ankara Antlaşması ile başlayan süreç, yeni uluslararası konjonktür içinde değerlendirildi. Bu adım sonrası Hatay Meselesi; Milletler Cemiyetine götürüldü. Bu, günümüz Birleşmiş Milletlerin ilk temelidir. Milletler Cemiyeti, 1937’de Hatay'ın Özerk bir bölge olmasını karara bağladı. Bu karar temelinde Hatay'da seçimler oldu. Bu seçim döneminde Atatürk, ilerlemiş hastalığına karşın, Mayıs 1938’de İskenderun’a gitti. Bu seçimler sonrası oluşan Hatay Meclisi ilk toplantısını 2 Eylül 1938’de yapıp, Bağımsız Hatay Devletini ilan etti. Atatürk bunu gördü.
Nihayet, uluslararası konjonktürde meydana gelen yeni gelişmeler ve 2. Dünya Savaşının kapıya dayanması üzerine Türkiye ile Fransa arasında yakınlaşma gelişti. Fransa ve Türkiye arasında varılan antlaşma çerçevesinde, Hatay Meclisi, Bağımsızlık kararından sonra oy çokluğu ile 29 Haziran 1939’da Türkiye’ye bağlanma kararı aldı. TBMM de 7 Temmuz 1939’da Hatay’ı il olarak kabul etti.
Yani Hatay meselesi; o çetin koşullarda hamasetle değil, önemli siyasi ve diplomatik adımları, evrensel siyasi koşulları doğru okumakla birleştirerek ele alındı.
Bu nedenle Kıbrıs ile Hatay’ı; milliyetçi duygunun etkisi altında, “ilhak" veya Kıbrıs’ta Federal çözüm isteği zeminde, adanın toprak bütünlüğü temelinde, “ilhak" korkusu ile özdeşleştirmek yanlıştır.
Bir kere Kıbrıs, Misak-ı Milli'de yer almadığı gibi Lozan Antlaşmasında da İngiliz'in egemenliğine bırakıldı. ENOSİS talebinin gelişmesine karşın, 1950 yıllarının ortasına kadar Türkiye’ye hakim siyaseti
“Bizim Kıbrıs davası diye bir davamız yoktur” dedi. Ne isterse olsun, Kıbrıs Türk toplumunun ENOSİS'e karşı tavrı, adanın Bağımsız bir devlet olarak devamını ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Yunanistan ile sınır komşusu olmamasını sağladı.
Bugün Kıbrıs‘ta oluşan durum, 1960 Anlaşmaları ile oluşmuştur. Yani bir hakkımız varsa ki vardır, bunun temeli, Evrensel kabul gören 1960 Antlaşmalarıdır. Nitekim 1964’teki darbeye rağmen, 1974’e kadar, kendi bölgelerimizde oluşturduğumuz; Kıbrıs Türk Yönetimi; Kıbrıs Cumhuriyeti, Cumhurbaşkanı Yardımcılığı şemsiyeyi altında oldu. 1974 askeri hareketi de 1960 Antlaşması temelinde oldu. Kıbrıs Türk Otonom Yönetimi, Kıbrıs Türk Federe Devleti, 1960 Antlaşmaları temelinde ilan edildi. KKTC, 1960’taki haklar ve 1977, 1979 Doruk Antlaşmalarına bağlılıkla ilan edildi.
Atatürk ve TBMM o günün koşullarında Misak-ı Milli içinde yer alan, ama dışta kalan Hatay’ı sabırla, siyasi ve diplomatik yaratıcı politika ile geri aldılar. Hamasetle değil.
Ama, Misak’ı Milli sınırları içinde yer almayan Kıbrıs‘ta söz hakkı ise, Kıbrıs Türk toplumunun varlığını koruması ve bu temel üzerinde, uluslararası konjonktürün getirdiği imkanları değerlendirerek, Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti oluşumu ile oldu. Bunun için Fatin Rüştü Zorlu'nun değeri göz ardı edilemez. Bugün temelimiz, Milletler Cemiyetinin yerini alan BM’nin ilgili kararlarına dayanmaktadır.
Dolayısı ile Kıbrıs’ta; BM Parametrelerine, Siyasi Eşitlik ve Toprak Bütünlüğü ilkesine ters her şey, Kıbrıs Türk halkına ve Türkiye Cumhuriyeti’ne kaybettirir. Sayın Akıncı’nın bu temele bağlı olduğunu söyleyerek yaptığı Hatay benzetmesi ile onun bu sözüne aşırı tepki veren ve Kıbrıs Türk toplumunu ve Kuzeyde yaşayan insanların iradesini yok sayan Türkiye siyasi yetkililerinin demeçleri yanlıştır.
Akıldan uzaklaşıp, duygu sellerinde sürüklenmeye başladık. Sele kapılmayalım.
Hatay ve Kıbrıs
Paylaş