Arife günü domatesin fiyatı 10 TL idi. Üstelik fiyatlar yüksek diye verilen 200 tonluk ithalat iznine karşın bu gerçekleşti.
Lefkoşa’da Bandabuliya’da büyüdüm. Toplumlararası çatışmalar başlamadan evvelki halini de 1964 sonrası halini de yaşadım.
Hafızamda yer eden en önemli konulardan biri, Dini Bayramlar öncesi Arife günü, fiyatların bir gün öncesinden daha düşük olduğu idi. Hem çarşıya gelen mal artar, hem de fiyatlar düşerdi.
Bunu insanlar, “Bayramda herkesin yüzü gülsün “ diye ifade ederdi.
Şimdi Arife günü aksi yaşanıyor. Domates örneği bunun en somutu oldu. Serbest piyasa dene dene fırsatçılık ve fesatcılık yeni değer oldu.
Ancak bu olay, anlatılan ve şimdi ekonomik kriz içinde ısıtılan bir masalın da yine sonu oldu.
O masalda şudur. “Üretimi destekleme adına ithalata izin verilmiyor, halk her şeyi pahalı yiyor.”
Alın işte, Domateste ithal izni verildi ama fiyatlar düşme yerine, yerli domatesin de üstüne çıktı. Halk göz göre göre Arife öncesi soyuldu.
Bu yüzden artık 1001 Gece Masalları yerine daha esaslı tartışmalar ve değerlendirmelere ihtiyaç var. Bir kere şunu düşünmek zorundayız.
Yüzölçümü Türkiye’den kabaca bir hesapla 22 kat daha az olan; hem de liberal modelin dik alasına sahip olan Hollanda, neden tarım ürünleri ihracatında dünyadaki ilk 15 ülke arasında yer alıyor?
Neden biz ve Türkiye temel gıda ürünlerini dahi ithal ediyoruz? Bunun su ile doğa ile bağı var. Ama esas mesele başkadır. Verimli işletmelerden tutun, üretimin verimliliğine, teknoloji ve bu alanda emek verenlerin karşılığını almasına ve bilimi üretimde kullanmaya kadar bir dizi alanda dökülüyoruz.
Bunun için hemen 1001 Gece Masallarının cazibesine kapılıyoruz. Devlet desteği fazla, tasarruf adına bunları keselim! Serbest piyasa içinde ithal edelim! Sonuç tam bir çıkmaza giriyoruz. Hem yurt dışına fazla döviz ödüyoruz, hem de Üretimi geriletip, halkı da aracının tutsağı yapıyoruz. Gıdada pahalı oluyoruz. Kısacası cennette yoksunluk yaşıyoruz.
Bunun için artık üretim ve verimlilik, bilim ve teknoloji ile ekonomik örgütlenme, Kooperatifçilik üzerine kafayı teksif etmeliyiz. Bunun için eğitim modelinden tutun, teşviklerin düzenlenmesine kadar bir dizi meseleyi sonuç alıcı bir şekilde ele almalıyız.
Olmazsa ne olur? Üstelik de bu kriz içinde bunu ele almazsak ne oluruz?
Mağusa'da Palm Beach Hotel sahilindeki gemiye döneriz.
Son zamanlarda “aynı gemideyiz” sözü çok söylenir oldu ya. Bundan esinlenerek bunu örnek aldım.
Bundan yıllar önce denizdeki fırtına nedeni ile bir küçük gemi, olumsuz etkilenerek Palm Beach sahilindeki kayaların üzerine oturdu kaldı. Kıyıdan 50 ile 150 metre uzakta.
Ama o gemi yıllardır orada, kayaların üzerinde duruyor. Kurtarılamadı. Neden?
Çünkü kurtarma maliyeti, denize yeniden dönmesi veya hurda olup işlenmesinden daha fazla.
Dolayısı ile o küçük gemi, ne yanı başındaki denize yeniden dönebiliyor, nede hurdaya gidip, deyim yerinde ise “şerefi ile gömülüp” bir başka değere dönüşebiliyor. Kayaların üzerinde öyle duruyor.
İç borcu 6 milyar TL’ye ulaşan, şu anda talep edilmese dahi, dış borcu bundan fazla olan KKTC' de yaşayan bizler, bunu düşünmeliyiz. İçinde bulunduğumuz KKTC gemisi, Palm Beach sahilinde karaya vuran o küçük gemiye benzemesin! Yani kurtarılma maliyeti, yeniden yüzme, yada başka bir değere dönüşmenin getireceği getiriden fazla olmasın.
Böyle olursa Palm Beach’te kayalara asılı duran o küçük gemi gibi, dibimizdeki denize; ne geri dönebileceğiz, ne başka bir değer üretimi için katkı koyabileceğiz.
Bu nedenle Arife günü dahi maliyeti 2.80 ile bilemediniz 3 TL olan domatesi vatandaşa 10 TL'den yediren, kriz içinde dahi maksimum karından hiç taviz vermeyen fırsatçı anlayışlarla da, nede bu kriz için ek mesaiden biraz inmeyi kabul etmeyen yaklaşımlarla da bir yere varmak mümkün değildir.
1001 Gece Masallarına ihtiyacımız yok. Toplumsal dayanışmayı gönül ve akıl ortaklığı ile yaratmalıyız.