Kıbrıs sorununun çözümlenememesinin başlıca nedeni, güçlü devletler ile bunların güdümündeki kuruluşların, Türkiye’ye düşmanca duygular taşımasından ve Rum- Yunan yanlısı yaklaşımlarından kaynaklanıyor.
Yoksa BMGK ve güçlü devletler, Aralık 1963’te Kıbrıs Cumhuriyeti’ne silah zoru ile el koyan Rumları desteklenmeseydi, şimdi karşımızda Kıbrıs sorunu olmayacaktı. Güçlü devletler ile bunların güdümündeki AB ve BM de, saldırgan ile mağdur olan tarafı ayırt etmedi. Aksine Rum-Yunan tarafını cezalandırmak yerine ödüllendirdi.
Kıbrıs Cumhuriyeti’ne silah zoru ile el koyan ve sadece Rumları temsil eden yönetim Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanındı ve Avrupa Birliği üyesi yapıldı.
Silahlı saldırıya ve zarara uğratılan taraf olmamıza rağmen, suçlu görüldük. Annan raporuna ve AB’nin verdiği sözlere rağmen hala daha ambargolarla cezalandırılıyoruz.
Öte yandan sırf çözümü zorlaştırmamak ve Rumların federasyon zemininde birleşmeye razı etmek hatalı düşüncesi ile Kıbrıs sorununa müdahil olan uluslararası kuruluşlara ve devletlere Akridas ve İfestos planları ile Ortega raporunu delil olarak göstererek, Rumların suçlu olduğunu teşhir etmedik. Haklarımızı savunmadık, tazmin edilmemizi istemedik, mağdur olduğumuzu yüzlerine vurmadık ve suçlu tarafın cezalandırılmasını talep etmedik; Rum’u gücendirmemek için Orams davasını savunmadık ve inşaat sektörünün çökmesine zemin hazırladık. Annan raporundaki önerilerin yaşama geçirilmesi için bile girişim yapmadık.
Mağdur iken gaspçı, suçsuz iken suçlu, haklı iken haksız, savaşı kazanan taraf olmamıza karşı, mağlup muamelesine muhatap olmayı kabullendik.
Biz haklarımıza sahip çıkmadığımız için, yabancı devletler ile uluslararası kuruluşlar da çözüm çabalarında hep Rum tarafının tatmin edilerek bir anlaşma yapılmasını destekledi.
Çözüm müzakerelerinde, tüm taleplerini, halkımızın tepkisini çekmeyecek ve kabul etmesini sağlayacak şekilde kelime oyunları ile kabul ettik.
Rum’la birleşmek dışında seçeneğimiz olmadığını açıkladıkça, Rum daha fazla ve daha korkunç ödünler istedi ve aldı.
Sonuçta Rum’un bizimle birleşme ve federasyon zemininde çözüme razı edilmesi için, BM ve Doruk Anlaşmalarında belirlenen ‘Siyasi eşitliğe dayalı iki kesimli, iki toplumlu federal çözüm’ bile sulandırılarak, Rumların başat olacağı ortaklığı görüşmeye razı olduk.
Sonuç olarak federasyon zemininde birleşmeyi tek çıkış yolu görmek ve bu amaçla Rum’u birleşmeye razı etmeye çalışmak ve başkalarının bizi acıyarak desteklemesini hayal etmek yöntemi, fiyasko ile sonuçlandı. Yarım asırlık zamanımız boşuna harcandı. Bu süre içinde de haksızca dayanaksızca izolasyonlar ile cezalandırıldık, maddi zararlara uğratıldık.
Zaten tarihte şimdiye kadar, karşı tarafı anlaşmaya razı etmek için tek yanlı ödün vererek, yalvararak acınarak hak elde eden olmamıştır.
Artık Rum’u yalvarmak yerine, bizimle iki eşit egemen taraf olarak birleşmek için arkamızdan koşmasını sağlayacak adımlar atmalıyız. Bu amaçla:
Sorunla ilgilenmek isteyen ve ilgilenen yabancılardan önce, suçlu ile suçsuzu ayırt etmelerini ve yansız davranmalarını ısrarla talep etmeliyiz.
BM’nin yanlı, haksız ve adil olmayan kararlarının iptal edilmesi için ciddi girişimler yapmalıyız. Karadağ örneğini göstererek, KKTC’nin tanınmasını talep etmeliyiz.
Rum saldırıları sonucu uğratıldığımız maddi ve manevi kayıplarımız için, Yunanistan ve Rum yönetimi tarafından tazmin edilmemizi istemeliyiz.