Üretmeyen, sürekli tatil yapan, eğlenceye büyük paralar harcayan Yunan halkının çöküşü, Kıbrıslı Rumları da çökertti...
Çünkü; Kıbrıslı Rumların banka mevduatlarının büyük bir bölümü Yunan bankalarında işletiliyordu...
Yunan bankaları batınca, Rumların paraları da battı...
Avrupa Birliği son 2 yıl içinde 130 milyar Euro’yu aşkın para göndermeseydi, Yunanistan’da her şey satılır, insanlar ülkeyi terk etmek zorunda kalırdı...
Özellikle Fransa ve Almanya’nın gayretleriyle, Yunan halkı felaketten bir ölçüde kurtarılmış oldu...
Ancak; bu kadar büyük mali yardıma karşın, ekonomik krizi hala atlatmış değiller...
Uzun yıllar kemer sıkmaya devam edecekler...
Güney Kıbrıs’ta yaşayanların ekonomik durumu da 1974’teki savaş koşullarından daha beterdir...
AB ülkelerinde yoksulluk ortalaması yüzde 8,2 oranında iken Güney Kıbrıs’ta bu rakam yüzde 15,3’tür...
Hal böyle iken, Kıbrıs sorununun çözümü konusunda Rum-Yunan ikilisinin tavırlarında esneklik yerine katılığın ön plana çıkması dikkat çekicidir...
Çözüm olması halinde, Kıbrıslı Rumların bir anda inanılmaz bir zenginlikle karşılaşacağı, sadece Maraş’ın yeniden imarı kapsamında ülkeye 15 milyar Euro’dan fazla taze paranın geleceği bilindiği halde, sürekli taviz talep eden ve kabul edilemeyecek şartlardan söz eden taraf olmaları hayret vericidir...
İyi niyete karşılık
Kıbrıs Türk tarafının ve Ankara’nın ‘bir adım önde’ politikasını ve müzakere masasındaki iyi niyetini bu kadar istismar etmeye çalışmaları karşısında, Kıbrıs Türk tarafının tepkisizliği de hayret vericidir...
Kıbrıs Türk tarafında bazı çevrelerin ‘hayati tehlikeler yaratacak’ maceraların peşinde koşmalarını hepimiz büyük bir üzüntü ve ibretle izliyoruz...
Rum-Yunan liderliği, KKTC’deki azınlık bir kesimin ‘garantileri dahi önemsemeyerek’ gözü kapalı bir şekilde ‘Çözüm hemen şimdi’ diyerek kamuoyu yaratma çabalarını fazla ciddiye almamalı...
Kıbrıslı Türklerin ezici bir çoğunluğu çözüm yanlısı olmakla birlikte, geleceğini tehlikeye atacak kadar aklını yitirmiş değildir...
Ezici bir çoğunluk, Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin devamından yanadır...
Bizler, Yunanistan’ın da garantörlüğünün devamından yanayız...
Çünkü; hiçbir zaman karşı tarafa saldırma niyetimiz olmadı...
Saldırıya uğrayan ve silah zoruyla devletten kovulan bizlerdik...
Geçmişte yaşanan acı tecrübeler nedeniyle Türkiye’nin garantörlüğünü terk etmemiz söz konusu değildir...
Yunanistan Başbakanı’nın, müzakerelerin en kritik sürecinde Türkiye’ye şantaj yaparak “Askerleri çeksinler, garantileri de kaldırsınlar” diyerek, 5’li konferansın ancak bu şartla gerçekleşebileceğini söylemesi ‘boyunun ölçüsünü’ aşmak demektir...
Karşısında, açlıktan, fakirlikten dilenen ve yerlerde sürünen bir toplum yoktur...
Aşırı derecede çözüm ve barış istememizin nedeni, içimizde ırkçı düşüncelerin ve düşmanlık duygularının olmamasındandır...
Birleşme olması halinde, aradan 20-30 yıl geçtikten sonra garantileri yeniden ele alabiliriz...
Aradan geçen süre içinde Türk düşmanlığına dayalı Rum eğitim sisteminin değişmesi ve iki toplumun her alanda işbirliği yaparak, mutluluk içinde yaşaması halinde o zaman yeni bir değerlendirmeden kaçmayız...
Ancak; bugünkü koşullarda, ELAM’ın sopa, demir ve bıçaklarla üzerimize yürüdüğü bir dönemde Türkiye’nin garantörlüğünü terk etmek, kendi intiharımızı gerçekleştirmek demektir...
Çipras’ın ve Anastasiadis’in, bugün başlayacak ikinci Cenevre zirvesi arifesinde sergilediği ortak tavrın, KKTC’nin ‘Milliyetçi hükümeti’ tarafından bile kınanmaması, üzüntümüzü derinleştiren bir başka tavırdır...
Herkese hayırlı pazarlar...