“Keçi can derdinde kasap et derdinde” ifadesi, insanların cal alıcı soruna yoğunlaştığı anda bununla doğrudan ilişkisi olabileceğine dönük bir konuyu ele almak istediğinizde ifade edilen bir sözdür. Şimdi Corona nedeniyle sağlık ve ekonomide kaos yaşadığımız bir anda, Kıbrıs sorunu veya demokratik katılım konusunda konu açarsanız, muhtemelen muhataplarınızın aklına bu söz gelir.
Ancak ilginçtir, geçen hafta bu ekonomik ve sağlık krizi içinde tüm siyasi parti başkanlarının buluşma ihtimali üzerine yazdığım makalede, Devlet Daire Müdürlerinin ivedilikle Üçlü Kararname Kapsamından çıkartılması makalem ilgi çekti. Devlet gelenekten ve hafızadan yoksun kalıyor. Bunun bu kriz anında, kamu yönetiminin etkinliği için ne kadar hayati olduğu ortaya çıktı. Çünkü insanlarımız yaşadıkları sağlık ve ekonomik kriz anında olaya çok yönlü etkilerle bakma kabiliyetlerini kaybetmediler. Bu bakımdan bu konu gerçekten üzerinde yoğunlaşmayı hak ediyor.
Kriz anında etkin kamu yönetimi çok hayatidir. Kamu yönetiminin bu etkinlikten uzaklaştıran en büyük ana sorunlardan biri de Devlet Daire Müdürlerinin iki yıldan fazla o görevde kalamamaları ve liyakat noktasından uzak siyasi atamalarla zırt pırt değişmeleridir. Bu devleti hafızadan ve gelenekten uzaklaştırıyor. Bu yoksunluk ise kriz anında koordinasyondan tutun etkin, verimli ve hızlı tavır geliştirmeyi engelliyor. Böylece her şey iş başındaki siyasinin bakış açısı veya yeteneği ile sınırlı bir hale dönüyor. Bu yüzden kamu yönetimi etkin olamıyor. İş tamamen Bakanın yaklaşımına kalıyor. Bu nedenle kamu yönetiminin etkinliği için daire müdürlükleri Üçlü Kararname kapsamından çıkmalı ve bilgi ile liyakata dayalı sistem bunun yerine gelmelidir. Devleti geleneği ve hafızası olan bir yapıya döndürmek sağ, sol, liberal her görüşün önceliği olmalıdır.
Gecikmiş olsa dahi Siyasi Parti Başkanlarının bir araya gelmesi önemlidir. Ancak bu buluşma nedeni ile Başbakan Sayın Ersan Saner’in bunu, “Sokağa çıkma yasakları nedeni ile Meclisin toplanmamasına” bağlayıp; bu nedenle, parti başkanlarına bilgi vermek için bunu düzenlediklerini açıklaması çok üzücü oldu. Çünkü bu kriz içinde hala daha toplumsal ortak payda arama yerine, iktidarı sıkı sıkı koruma güdüsünün önde olduğu ortaya koymaktadır. Bu ise siyaseten kendini avantajlı sanarak, sorumluluğu paylaşmak istemediğini ortaya koymak demektir. Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs’ı Kıbrıslı Türklerle paylaşmak istemiyorlar diyerek; Federal Çözümden, İki Ayrı Devlet Tezine dönüşü buna bağlayan bu iktidar; sağlık ve ekonomide en büyük krizin yaşandığı bir anda, toplum için; iç siyasette iktidarı değil, ama sorumluluğu dahi muhalefetle, sivil toplumun her kesimi ile paylaşmaya iktidarın güç hırsı nedeni ile taraftar değil. Bu garabet, Kıbrıs sorununda ortaya koydukları gerekçedeki inandırıcılığı da siler. Bu nedenle hükümetin derdi; tıpkı geçen yılkı Cumhurbaşkanlığı seçimi gibi artık yolun ucunda görülen Erken Seçimdir. Bundan ötürü sorumluluğu ortaklaştırmak istemiyor. Çünkü sorumluluğu ortaklaştırmak; seçim için kamu kaynaklarını kullanamamak demektir.
Bu iş tavuk tilki fıkrasına benzer. Köşeye sıkışıp, kendini tilkiden kurtarması için Allaha yalvaran tavuğa tilki şöyle seslenmiş. “Tavuk canını kurtarması için yalvardığın Allah’a bende, Allahım açlığımı gidermek için bana yağlı bir tavuk ihsan eyle diye dua ediyordum. Seni yedikten sonra bana seni verdiği için şükür edeceğim” demiş. Ancak bu fıkranın tersine, demokratik bir düzende ister sağ, ister sol dünya görüşünde olsun, her kim, bir krizin yıkımını iktidarını korumak veya onu ele geçirmek fırsatı olarak görürse, bilsin ki toplumsal yıkım nedeni ile altında kalır. Siyasetin ve sivil toplumun her kesimi bunu unutmamalıdır. Tutun ucundan ilk adım, devleti geleneğe, hafızaya kavuşturmak olsun.
Tilki ile tavuğun dileği...
Paylaş