Diyalog Gazetesi
2017-05-16 09:48:00

Son sözü söylesinler

Reşat AKAR

rakar@diyaloggazetesi.com 16 Mayıs 2017, 09:48

Kıbrıslı Türklerin ve Rumların önünde iki seçenek vardır...
Ya bugünkü gibi ayrılık devam edecek...
Ya da insanların yine iki ayrı bölgede oturacakları, iki toplumun da Anavatanları tarafından garanti edileceği ortak bir devlette, özellikle dış ilişkileri yürütecekleri yeni bir oluşum...
Önce birinci seçeneğe bakalım...
Bugünkü durum devam ederse, adada silahlanma yarışı da devam edecek...
Yaklaşık 70 bin işsiz insanı bulunan Rum Yönetimi, yatırımlardan keserek, silah alımlarını artırarak devam ettirecek...
Her iki toplumun 17-18 yaşlarındaki gençleri askerlik yapmaya devam edecek...
Özellikle Rumlarda askerlik süresinin 2 yıl ve yüksek eğitim öncesinde yapılmasının zorunlu olduğunu herkesin iyice değerlendirmesinde fayda vardır...
Bugünkü durumun devamı, iki toplum arasındaki düşmanlık duygularının daha da körüklenmesi, ELAM gibi faşist terör örgütlerinin güçlenmesi demektir...
Böylesi bir gelişme sadece Kıbrıslı Türkler için değil, aynı zamanda ilerici Rumlar için de büyük bir tehlikedir...
Avrupa Birliği ilkelerine aykırıdır...
Adanın bölünmüş kalması ve askeri yığınakların, ırkçılığın ve terörizmin sürekli artması AB için yüz karasıdır...
Ayrıca bölünmüşlüğün devamı, özellikle sınır boylarında binlerce dönümlük arazinin atıl kalması, ekonomik büyümenin sınırlanması, zenginliğin engellenmesi demektir...
Kıbrıs sorununun bu şekilde devamı Anavatanlar arasındaki ilişkilerin düzelmemesi, onların da sürekli silahlanması demektir...

Doğruyu bulmak gerekir

Öyleyse; yapılması gereken, iki toplumlu, iki bölgeli federal bir çatı altında buluşmaktır...
Dış ilişkilerde tek, iç işlerinde iki ayrı yönetim...
Kıbrıslı Türkler nüfus açısından azınlıkta olduğu için Türkiye’nin garantisine ihtiyaçları vardır...
Bu ihtiyaç devam ettiği sürece Türkiye “Ben garantörlükten vazgeçtim” diyemez...
Herkesin bu gerçeği anlaması ve saygı göstermesi gerekir...
Rumlar “Ama Türkiye ve Türk askeri bizim için tehlikedir” diyebilir...
Bunun tamamen geçersiz bir savunma olduğunu anlamak için son 41 yılda yaşananlara bakmak gerekiyor...
Türk askeri bu kadar uzun sürede tek bir Kıbrıslı Ruma zarar vermedi...
Türk askerinin caydırıcı olması nedeniyle Rum fanatikleri de ikinci bir Ayvasıl, Tahtakale, Taşkent, Atlılar katliamı yapamadı...
Öyleyse; taraflardan biri dokunmadığı sürece, garantörlerin müdahale etmeyeceği gerçeğini herkes kabul etmeli ve geleceği şekillendirirken bu hassasiyete özen göstermelidir...
İki toplum, şimdiki gibi kendi bölgelerinde güvenlik içinde yaşamaya devam ederse, yılların yarattığı güvensizlik ve düşmanlık duyguları da uzun yıllar içinde ortadan kalkabilir...
İki toplumlu, iki bölgeli federal bir devlet kurulursa, sadece Maraş’ın açılması halinde bile, bu ülkeye 15 milyar Euro’luk yatırım gelir...
İşsiz insan kalmaz...
Turizmde patlama yaşanır...
Ambargolar ortadan kalkacağı için Kıbrıslı Türklerin ekonomisi de düzelir...
Silahlanma yarışı sona erer...
Anamur’dan gelen su ile Kıbrıs’tan çıkacak gazın avantajlarından ortak yarar elde edilir...
 
Senin evin varsa benim de var

Kıbrıs sorununu bu şekilde çözmek mümkündür...
Hatta çok basittir...
Ne var ki Rumlar 41 yıldan beri “Evim, benim evim...” diyor...
Girne’yi bir Helen kenti görüyor...
Kıbrıslı Türklerin Larnaka, Limasol ve Baf’taki mülklerini hiç dikkate almıyor...
Senin evin varsa, benim de evim vardır...
Üstelik bizleri 1974 öncesine götürdükleri zaman, elimizdeki arazilere nasıl el konulduğu Rumları utandıracak şekilde ortaya çıkar...
Kıbrıslı Türklere yönelik EOKA saldırıları nedeniyle on binlerce dönümlük arazinin ve binlerce konutun su parasına el değiştirdiğini hiç kimse inkar edemez...
Bunun en yakın şahidi Birleşmiş Milletler’dir...
Kıbrıslı Türklere yönelik saldırıları 1964’ten itibaran sadece izleyen ve herhangi bir müdahalede bulunmayan BM örgütünün de yargılanması gerekir...
Olası bir çözümde Girne, Güzelyurt ve diğer bölgelerdeki Türkleri bir kez daha göçmen durumuna düşürmek ve mağdur etmek yerine, mülk sahiplerinin tazminatlarını BM ile AB ödemelidir...
Yunanistan’a 100 milyar Euro’dan fazla para akıtabilen AB, Kıbrıs sorununun çözümü için gerekli 15 milyar Euro’yu da bulmalıdır...
Kıbrıslı Türkler, 1955’ten itibaren bu ülkede çok büyük acılar yaşadı...
Rumlar kabul etmese de, hak ettiği özgürlüğe 20 Temmuz 1974’ten sonra kavuştu...
Şimdi bunların tümünü bertaraf ederek, sonu belli olmayan yeni bir trajediye asla sürüklenmeyiz...
Bugüne kadar adada yaşanan tüm acıların sorumlusu BM ve Avrupa ülkeleridir...
Çözüm istiyorlarsa, faturasını karşılamalıdırlar...
Bizleri, ateşe atacak bir çözüme değil...
Hiçbir zaman bozulmayacak yeni bir oluşuma destek vermelidirler...
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.