Suriye’deki gelişmeler derslerle doludur. İnsan davranışlarından siyasi gelişmelere; dini inançların siyaset aracı olmasından insan topluluklarının yeni davranış normlarına kadar pek çok alan için adeta laboratuvar özelliği taşıyor… Belki de en önemlisi, batılı devletlerin davranış normlarındaki değişiklikleri açığa çıkarması olmuştur.
Az biraz tarih bilen herkesin malumudur. Temelde en tepedeki monarkın haklarını kısıtlamak ve diğer toprak sahibi derebeylere de söz hakkı vermek üzerine kurulu olan Magna Carta Lİbertatum (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi), 1215 yılında yani bundan tam 800 yıl kadar önce imzalanırken Kralın yetkilerini kısıtlamış ve sınırlı sayıda da olsa daha başka insanlara çeşitli özgürlükle tanıyarak yeni bir yolculuk başlatmıştır. Bu yolculuk çeşitli aşamalardan geçerek İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne (1948) kadar devam etmiştir.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin temel maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler aslında “davranış normları” veya esasları olarak hayatımıza girmişti. Bu ilke ve esasların hayatımızdaki yerlerini koruması gerektiğini düşünen milyonlarca insan olsa da Suriye olayları, bu hak ve özgürlüklerin çiğnenmesinin hoş görülmesi bakımından bir devrin kapandığının işareti sayılmalıdır. Eskiden hoş karşılanmayan davranışlar, artık görmezden gelinebiliyor.
Bildirgenin birinci maddesi, “bütün insanların özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğduğunu” ilan etmişti. Suriye’de kimse eşit sayılmıyor. Herkes kendini bir diğerinden ayrıcalıklı ve üstün görüyor. Herkes en azından bir grubun mensubu olmaya zorlanıyor ve ona göre muamele görüyor. Dahası, bütün önemli dünya devletleri sorunun çözümü için insanları bu şekilde gruplara ayırmaya adeta can atıyor. Üçüncü madde, “herkes yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahiptir” demektedir ama Suriye’de bu hak da çatır çatır çiğneniyor ve hepimiz de seyrediyoruz.
Bu gibi haklar, Afganistan ve İran başta olmak üzere, Suriye dışında dünyanın pek çok yerinde daha açıkça çiğnenmektedir. Sorun, bu hakların çiğnenmesinden çok temel insan haklarını açıkça çiğneyeceği belli olan HTŞ ile temas etme, bağlantı kurma yarışına girilmiş olmasındadır. Artık kabullendik… Bu hakların geçerli olmamasına razıyız; yeter ki ucu bize dokunmasın!
Batılı devletler, Suriye’den göç olmasın ve Suriye’de insan hakları ihlallerinin kendi ülkelerindeki yansımaları büyük sorunlar oluşturmasın diye HTŞ’yi ehlileştirme çalışmaktadırlar. Suriye dediğiniz yer, onlara birkaç bin kilometre mesafededir. Suriye dediğiniz yer insan haklarına çok büyük değer verdikleri varsayılan bu devletler ile en yakın ilişki kuran Orta Doğu ülkelerinden biridir. Artık umursanmayan bu ülke, bir zamanlar Doğu ile Batıyı bağlayan Levant’ın kendisidir. İnsan hakları ihlalleri, bu kadar yakınımıza sokulduğu halde duyarsızlığımız devam etmektedir.
Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi ne zaman ilga ve iptal edilecek bilmiyorum. Ama artık gereksiz ve geçersiz hale geldiğini görebiliyorum.
Suriye’de yaşananlar, batılı devletlerin bile insan haklarını umursamadıklarını açıkça ortaya serdi. Bu gidişle sıra elbette bir gün onlara da gelecektir ama şimdilik sadece kendilerini düşünüyorlar!