Ağır ekonomik koşullar altındayız. Bu nedenle insanlar geçim ve yaşama tutunmak noktasına kilitlendi. Bu ortamda, ekonomi ile direkt ve dolaylı bağı olan alanlarla ilgili yazmak, konuşmak “davulcu osu...” gibi olur. Ama olaya çok yönlü yaklaşmazsanız bunu tanımlamakta ve etkisini azaltıp giderme hususunda da etkin olamazsınız.
Çünkü bu ekonomik krizin, ekonomik nedenleri yanı sıra, demokratik ve dış siyasetle de bağı vardır. 2000’li yılların başında Türkiye’yi yakan ve bizi de Kıbrıs’ta kavuran ekonomik kriz, yalnız ekonomik tedbirlerle aşılmadı. 2002 yılında iş başına gelen AKP Hükümeti, ekonomik tedbirleri devam ettirirken, aynı zamanda Dış Politikada AB sürecine doğrudan girdi. Bu politika ile bağlantılı olarak Kıbrıs sorunun çözüm süreci ve demokratik hukuk devleti zemininde pek çok yasal ve idari adımlar attı. Bunlar Türkiye’de ekonomiyi tetikledi. Gelişme, krizin yıkımının yerine geçti. Bizde de aynı süreç, 2004 Referandumu ile yaşandı. Referandum sonrası demokratik iç barış ve huzur, cepheleşme ve geriliminin yerini aldı. Aynı zamanda ekonomide ciddi bir büyüme trendi oluştu. 2003 yılı itibarı ile 4000 dolar olan Kişi Başına Düşen Milli Gelir; 2008 itibarı ile 15 bin dolara çıktı. Ancak o günden sonra bu gelirin üzerine bırakın 1000 dolar daha ilave etmeyi, 14 ile 13 bin dolar arasında 5-6 yıl çakıldık kaldık. Yani resmen Orta Gelir Tuzağına girdik. Çünkü bu büyüme; dış politikada ve AB ile ilişkilerde açılıma devam etmek ve içte Kamu Yönetiminde, demokratik hukuk düzeninde, eğitimde, vergide, sosyal adalette adımları ilerletmek. Vatandaşın hukuk ve devlet indinde eşitlik ilkesini; yani partizanlığı her alanda giderme konusunda reform yapma olgusu ile bağlantılı, değişimci işlerle bu tuzaktan çıkılırdı… Fakat bunlar yerine erke kalmak adına, egemen odaklar bunları bırakın ele almayı, gelişen olumluyu da boğdu.
Bu yaşananlar Türkiye ile ilişkilerde de 2004 sonrası oluşan dinamik ve yaratıcı yeni dinamik temeli tıkadı. Tekrar iç siyasetin dominantı, “para almak” oldu. Bu hal Türkiye’nin AB ve Güney Kıbrıs’taki bağnazların da katkısı ile AB ile bozulan ilişkisi nedeniyle; bizde ve Türkiye’de bu süreci bekleyen kimi bağnaz odaklar için bir fırsata dönüştü. Bu fırsatı bekleyenlerin yol açtığı 15 Temmuz darbesi ise bu olumsuz gelişmenin tetikleyicisi oldu. Sonrasında ise Kuşku ve Güvensizlik, otoriter eğilimlerin besi yeri oldu. Dolayısı ile Türkiye’nin AB, ABD, Orta Doğu ve diğer yerlerle de ilişkileri sorunlu oldu. Bu sorunlu hal, Kıbrıs sorunu ve Doğu Akdeniz’de dünden farklı, karşı cephelerin oluşmasına yol açtı. Bunlar içte de siyasi gerilimi artırdı. Sonuç itibarı ile yakın geçmişin gelişen ve Milli Gelirin artışını getiren ekonomisi yerine, kriz yaşayan ve bunun belirsizliği beslediği bir ortamı bize getirdi.
Yani ekonomideki gelişme ile dış politikanın ve demokratik hukuk devleti zeminin bir birini etkilemesi gerçeğini bu yakın tarihimiz bize olumlu ve olumsuz yanı ile yaşattı. Kısacası Kıbrıs’ta 1974 sonrası gelişen “çözüm çözümsüzlüktedir” tezinin bize, 2003’e kadar yaşattığı ekonomik büyüyememe sorununu açtığımız, 2004 sonrası gelişmeler; 2014 sonrası içine girdiğimiz ve günümüzde BM Parametrelerini reddeden Dış Politika anlayışı ile krizleri misli ile yaşadığımız noktaya bizi döndürdü.
Bu nedenle evet ekonomik tedbirler gerekir. Ama bu Dış Politika ve Demokratik Hukuk Devleti ve Kamu Yönetiminde, Eğitimde, Adalette ve eşit vatandaşlık hukukunda reformlarla birlikte ele alınmazsa, salt ekonomik tedbirlerle bu beladan çıkmayız. Dünün, “çözüm çözümsüzlüktedir” siyaseti bize ekonomik yaşamda ne sorun getirmişse, bugün o sorunların beş beterini, o siyasetin makyajlanmış hali ile yeniden yaşamak kabul edilmezdir. Yani kriz kader değil, insanın yarattığıdır.
Kriz kader değildir
Paylaş
Turkish power 3 Yıl Önce
Kafa yapısı ver kurtul olan ingilizce sahip palikaryaya efendim diyen hayalperest teoriden pratiğe geçemeyen zihniyetle işimiz yoktur tarih okuyun politika okuyun sonra da böyle boş yazılar yazmazsiniz teslimiyetçi bir zihniyetin esiri olmussunuz