KKTC’nin 34’üncü kuruluş yıldönümünü, kritik gelişmelerin yaşandığı bir dönemde kutladık...
Türkiye’nin garantörlüğünü sonlandırma çalışmalarının yoğunlaştığı; bu amaçla bizzat AB’nin hazırladığı sinsi planların ortaya konmakta olduğunu ilgiyle izliyoruz...
PESCO adı verilen AB ülkeleri ortak savunma sisteminin içine giren Rum Yönetimi, bu oluşum nedeniyle Türkiye’nin garantörlüğüne gerek kalmadığını söylüyor...
Diğer yandan Fransa’ya, Mari (Tatlısu) bölgesinde askeri üs hediye ediyor...
Türkiye gidecek, ama Fransa gelecek!..
Üzücü olan şu ki; KKTC yetkilileri bu sinsi oyunlar karşısında en ufak bir tepki göstermiyor, herhangi bir görüş ortaya koymuyor...
İnanılır gibi değil...
İçimizde bazı kesimlerin 15 Kasım’ın yanı sıra Türk uçaklarının bayram kutlamalarına katılmasını protesto ederken, Rum tarafının bu sinsi oyunlarını görmezden gelmesi ise ayrı bir sorun ve endişe kaynağıdır...
Seçim sonrasında meclise girenlerin ve Cumhurbaşkanı seçilenlerin yemin metinlerinde KKTC’nin yüceltilmesi, halkın mutluluğu ve refahı için çalışma sözü vardır...
Ne var ki; yeminlerle, icraatlar arasında ciddi çelişkiler yaşandı...
Meclis’e girip de, devleti yok etmek isteyenlere arka çıkanlar ve destek verenler olduğu gibi, KKTC’nin ‘sahte olduğunu’ söyleyenler vardır...
Yıllardan beri bunları büyük bir üzüntü içerisinde izliyoruz...
KKTC devletinden yardım alıp, bu devleti çökertmek isteyenlere destek çıkanların; Meclis’te veya bakanlık koltuklarında nasıl oturabildiklerini anlamak zordur...
Ve dünyanın hiçbir ülkesinde devletin parası ile devlete ihanet edilmesine izin yoktur...
Böylesi bir hareket en ağır suç olarak kabul edilir...
KKTC’nin demokrasi anlayışında ise devlete ihanetin, devleti içten yok edecek eylemler planlamanın cezası yoktur...
Bırakın cezayı kınaması da yoktur...
Çünkü siyaset düzeni karşılıklı çıkarlara göre şekillendirildi...
“Sen idare edersen, ben de seni idare ederim...”
Düzenin adı kısaca böyledir...
Destek yerine köstek
KKTC’den ihale yöntemiyle veya ihalesiz alımlarla milyonlarca dolar kazananlar vardır...
KKTC’de bazı siyasileri ‘kollayarak’, milyonluk kazanca rağmen vergi ödemeden yaşayanlar da vardır...
Birçoğunun lüks araçları kendi üzerlerine kayıtlı değildir...
Ama bunlar genellikle devletin kutlamalarına davet edilenler listesindedir...
Bunlar, ödemeleri gereken verginin binde birini verdikleri halde gözden kaçanlardır...
Bunlar seçim sonuçlarının açıklandığı saatlerde ‘en çok oy alan’ iki parti binası arasında gidip gelenlerdir...
Milli Cephe iktidarında Rumlara “Bir çakıl taşı verilmez” söylemini alkışlayan, sol iktidar döneminde “Statükonun yıkılması gerektiğini” söyleyenlerdir...
Ve bunlar her dönemde etkili insanlardır...
Çözüm olsun, ya da olmasın KKTC’nin her açıdan güçlenmesi gerektiğini düşünmek ve desteklemek gibi bir anlayışları yoktur...
Böyle olmamalıydı
Barış Harekatı sonrasında çok büyük olanaklara kavuştuğumuzu inkar edemeyiz...
Önce ganimet düzeni, ardından da Türkiye’nin akıttığı milyarlar sayesinde fert başına düşen milli gelir bin dolar seviyesinden 15 bin dolara yükseldi...
Lüks araç ve konut satışlarında patlama yaşandı...
Fakat, KKTC devleti kendi ayakları üzerinde durabilecek bir noktaya gelemedi...
İç ve dış borçları sürekli artış gösterdi...
Milyarlarca liralık iç borcun nasıl ödeneceğini kimse düşünmüyor...
Hiç kimse bu konuda proje üretmiyor...
Kötü siyaset, Kıbrıslı Türklerin tüm iyi yönlerini silip götürdü...
Yerine karamsarlık ve mutsuzluk getirdi...
Bu saatten sonra “Bir şeyler yapılabilir mi?” sorusuna yanıt “evet” olmalıdır...
İstenmesi halinde yapılabilir...
Çünkü; bizlere yaşatılan kötü şeylerin yanında kişisel gayretler ve Türkiye’nin destekleri sonucunda güzel şeyler de yapıldı...
Turizmde ve eğitimde önemli gelişmeler yaşandı...
Turizm yatırımlarında, turist sayısında ciddi artışlar oldu...
Çok sayıda üniversite açıldı...
Öğrenci sayısı 90 bine ulaştı...
Önemli olan gelenleri mutlu etmek ve daha olumlu adımları atabilmektir...
Ciddi bir yapılanma ile bunların kısa bir sürede başarılması mümkündür...
Kısacası hala umut vardır...