Her insanın hayatta kendine göre hedefleri vardır...
Norveç gibi bir ülkede Bakanlık yapan Eide’nin hedefi de yarım asırlık Kıbrıs sorununu çözmekti...
Bunu başarabilmesi halinde Akıncı ve Anastasiadis gibi o da ‘Nobel’ ödülü alacaktı...
Ama bugün oldu başaramadı...
Çok çabaladı, büyük emek harcadı, çok ülke dolaştı ama sonuca varamadı...
İşinin çok zor olduğunu en az bizim kadar Eide de biliyor...
Yine de son bir deneme yapmak istiyor...
Liderleri bir masa etrafında buluşturup, iki bardak şarap sonrasında yakınlaştırabileceğini hesap ediyor...
Ayrıca her iki tarafa da büyük soruyu sormak ve yanıtını almak istiyor...
Soru şudur:
“Çözüm mü, çözümsüzlük mü?..”
Böylesi bir soruya elbette her iki taraf da “Önceliğimiz çözümdür” diyecek...
Ama nasıl bir çözüm?..
Mesele budur...
Kıbrıs Türk tarafı bunca zaman gayet saf bir yaklaşımla ‘Siyasi eşitliğe dayalı, iki toplumlu, iki bölgeli bir çözüm’ olacağına inandırıldı...
Rum liderliği her defasında böylesi bir çözümü kabul edeceklerini açıkladı...
Ancak, müzakere masasında farklı oyunlar oynandı...
Siyasi eşitliğe dayalı çözümün gereği olan ‘Dönüşümlü Başkanlığı’ kabul etmedi...
Başkan ile Yardımcısı’nın veto hakları kaldırıldı...
‘Mülkiyet ve yerleşim hakkı’ adı altında iki bölgeliliği ortadan kaldıracak düzenlemeler yaptırdı...
İki bölgeliliği koruyacak önlemlerin AB Birincil Hukuk olmasını kabul etmedi...
Mülkiyet konusuna sadece Rum göçmenlerin çıkarları açısından baktı...
Cevabını da verdi
Ayrıca, müzakerelerin en son aşamasında ‘Büyük sorunun’ yanıtını da Meclis kararıyla vermiş oldu...
Ana hedefin Enosis olduğunu hiç çekinmeden, korkmadan ve Kıbrıslı Türklerin duygularını dikkate almadan ortaya koydu...
Daha doğrusu Andrulla’nın aşkından gözleri görmez olanların gözlerini açtı!..
Doğal gaz ve deniz altından elektrik kablolarıyla Kıbrıs’ın güneyini, daha çözüm olmadan Yunanistan’a bağlamış oldu...
Kıbrıs’ın kuzeyi de deniz altından geçirilen su borularıyla Türkiye’ye bağlandı...
Büyük sorunun cevabı işte budur!..
Önemli olan niyetin ne olduğunu anlamak ve ona göre tavır almaktır...
Her iki toplum da kendi anasına yakın olmak istiyor...
İkisi de kendi anasına güveniyor...
Öyleyse; farklı bir formül üzerinde durmak doğru olandır...
Gerek Birleşmiş Milletler, gerekse Avrupa Birliği; iki toplumu zorla yeniden bir araya getirip, sonrasında çatıştırmak yerine, uzlaştırmalı, iyi komşu yapmalıdır...
Türk tarafı gerekirse bir miktar toprak vererek, geri kalan mülklerin de bedelini ödeyerek yoluna devam etmelidir...
Rum okullarında eğitim sistemi değiştirilmediği, kilise siyasetten elini çekmediği sürece; iki toplumun siyasi eşitliğine dayalı bir anlaşmanın olamayacağı artık kabul edilmelidir...
Gerekirse ‘saldırmazlık anlaşması’ yapılarak, Rumlardaki ‘Türk askeri korkusu’ da sonlandırılmalıdır...
De Soto ve Alexander Downer gibi Espen Barth Eide’nin emeklerine de yazık oldu...
Üzgünüz ama elimizden bir şey gelmiyor...