Bir insanın hayatta karşılaşabileceği en kötü durumlardan biri de ihanettir...
Yıllarca samimiyet kurduğunuz ve güvenerek birçok şey paylaştığınız bir arkadaşınızın, size karşı saldıranların cephesinde yer aldığını düşünün...
Veya 20 yıllık komşunuzun, en ufak bir rahatsızlık karşısında sizi sağa, sola ihbar etmesini...
Çok değer verdiğiniz, birçok özel ilişkiyi paylaştığınız insan, bir anda sizi terk ediyor, başkalarıyla birlikte sizi yıpratmaya çalışıyor...
Üzülür, kırılırsınız...
Ayrıca ‘neden’ aramaya başlarsınız...
Bu insana ne oldu, neden bunları yapıyor?..
Menfaat için mi?..
Daha çok kazanç için mi?..
Yoksa başkaları tarafından aldatıldığı için mi?..
Nereden bakarsak bakalım; bunların hiçbiri ihanetin nedeni olamaz...
İnsanlar; sadece bugünü değil, yarınları da düşünmeli...
Bugün kırdığınız 40 yıllık dostunuza, yarın yeniden selam vermek veya ondan yardım istemek durumunda kalacağımızı düşünmek zorundayız...
Bundan da önemlisi, ihanet duyguları yerine, yanlışları düzeltme, kırılanı tamir etme, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu geliştirmeye öncelik vermeliyiz...
Kuşkusuz; bu gibi konularda topluma doğruları gösterecek, ışık tutacak, daha küçük yaşlarda insanlık duygularını güçlendirecek mekanizmaların çalışması gerekiyor...
Okullar ne durumda
Bunun ilk adımı eğitimdir...
Okula başlayan çocuklara sadece coğrafya ve matematik öğretmekle yetinemezsiniz...
Sosyal kültür çok çönemlidir...
Ve yıllar öncesinde öğretmenlerimiz bu tür görevleri başarıyla yerine getirirdi...
Ne var ki; yıllar içinde ‘demokrasi ve insan hakları’ adı altında eğitim süresi daha da kısaldı...
Öğretmenler, sınıflardan daha çok grev kuyruklarında yer aldı...
Çocukların beyinlerine farklı ideolojiler pompalandı...
Suçların yok denecek kadar az olduğu dönemde bu ülkenin Islah Okulu vardı...
Sonra bu okulu da kapattılar...
Suçların patlaması karşısında herhangi bir adım atmadılar...
Basit bir hırsızlık olayı yüzünden cezaevine gönderilen gençleri, ağır uyuşturucu veya cinayet davalarından mahkum olanlarla aynı koğuşa gönderdiler...
Bu nasıl bir anlayış, nasıl bir devlet düzeni?..
Din adamları nerede?
Eğitimin adresi okullardır...
Ancak sosyal yönden dayanışma ruhunun gelişmesini, insanlar arasındaki yardımlaşmayı ön plana çıkaran bir başka kurum da din işleridir...
Bizim ülkemizde Mevlit Kandili resmi tatildir...
Suudi Arabistan’da, Türkiye’de veya diğer Müslüman ülkelerde bile tatil yoktur...
Caminin yolunu bilmediğimiz halde Mevlid Kandili’ni resmi tatil olmaktan çıkaramadık...
Çünkü önceliğimiz güçlü bir devlet yaratmak, örnek insan topluluğu olmak değildir...
Önceliğimiz devletin elinde olanı ve olmayanı yok etmek, batırmak ve geçici bir çıkarın üzerine oturmaktır...
Önceliğimizde sağlam bir gelecek düşüncesi yoktur...
Bugün hayatta iken üzeine titrediğimiz çocuklarımızın gelecekte hangi şartlarda yaşayacaklarını düşünmeden hareket edebiliyoruz...
Demokrasiyi, hak ve özgürlükleri kendi çıkarlarımıza göre yorumluyoruz...
Bizleri yıllarca destekleyen ve her açıdan besleyenleri bir anda terk etmeyi ve yaşam hakkımızı elimizden almak isteyenlerin yanında yer almayı düşünebiliyoruz...
Bunlar çok üzücü, çok acı veren şeylerdir...
Ama gerçeklerdir...
Kiliselerde neler oluyor?
Bir de Rumlara bakalım...
Bundan 41 yıl önce büyük bir felaket yaşadılar...
Bizlere yıllarca çektirdikleri işkencenin çok daha fazlasını çektiler...
Yine 3 yıl önce ikinci bir felaketle yüzleştiler...
Bu kez ekonomik açıdan iflas ettiler...
Her iki olayın da Anavatanları Yunanistan’dan kaynaklandığını biliyoruz...
Buna karşın Anavatanlarına tek söz söylemediler...
Yaklaşık 80 bin işsizleri olduğu halde, Yunanistan’dan gelenlere iş verdiler, ekonomik destek sağladılar...
Bunlar ‘sadakatin’ ve ‘dayanışmanın’ en somut örnekleridir...
Rumlarda dine bağlılık vardır...
Kuzeydeki kiliselerde bile dini ibadet olduğu zaman nasıl koştuklarını ve nasıl coştuklarını gördükçe “bravo insanlara” diyoruz...
Gerçekten bravo...
Son adresleri, eski adıyla Lefkonuk, şimdiki adıyla Geçitkale’deki Christ Saviour Kilisesi’ydi...
Bölgenin eski sakinleri buradaki dini ayine büyük ilgi gösterdi...
Mumlar yakıldı, dualar okundu...
Fotoğraflara bakınca, aklıma iki şey geldi...
Bir tanesi tarihi Tahtakale Camisi’nin yıllar sonra restore edilerek açılmasıydı...
Tahtakale; Lefkoşa’nın Rum kesiminde, sınıra yakın bir yerdedir...
1963 öncesinde burada karma bir yaşam vardı...
Fakat EOKA’nın kanlı saldırıları sonrasında Kıbrıslı Türkler evlerini terk etmek zorunda kaldı...
Tahtakale Camisi birkaç kez EOKA tarafından bombalanmış, kullanılamaz haldeydi...
Üç yıl kadar önce Birleşmiş Milletler ve AB’nin yardımlarıyla restore edilerek, ibadete açıldı...
Müslümanların yaşamadığı bir yerde cami açılsa ne olacak?..
Kaldı ki; açılış gününde bile oraya 5 kişiyi dahi götüremediler...
İkincisi, geçtiğimiz hafta içinde liderlerin, din adamları ile toplantısıydı...
Toplantıda 3 papaz, 2 Türk din adamı ve birer de Ermeni, Maronit papazı vardı...
Papazlar; 1963 saldırılarını örgütleyen ve destekleyen kiliseyi yönetenlerdir...
Papazlar, Kıbrıs sorununun çözümüyle ilgili müzakere sürecinde etkili olanlardır...
Hatta en büyük güç olarak kabul edilenlerdir...
Papazlar; Rum-Yunan dayanışmasını ve halk arasında yardımlaşma duygularını güçlendiren, ayrıca Türk düşmanlığını körükleyenlerdir...
Bizi temsil eden din adamlarının ise, KKTC’de cenaze namazları dışındaki etki ve yetkileri sıfır düzeyindedir...
Evet, laik bir toplumuz...
Siyasete karışmalarını istemiyoruz...
Ancak Mevlit Kandili’nde resmi tatil yapıyorsak, din adamlarının özellikle ‘sosyal dayanışma’ ve ‘yardımlaşma’ yolunda katkı sağlayacak bir konumda olmaları gerekmez miydi?..
Sonuca gelelim...
Tam 11 yıl direndikten sonra 1974’te özgürlüğümüzü kazandık...
Mücadeleyi askeri zaferle sonuçlandırdık...
Ne var ki; 41 yıl sonra bu mücadeleyi kaybetme yolunda ilerliyoruz...
Siyaset çökmüş...
Toplum parçalanmış durumda...
Yine Mücadele Önderimiz Dr.Fazıl Küçük’ün son sözleri ile noktalayalım:
Tanrı Kıbrıs Türkü’nü korusun...
ince NY 10 Yıl Önce
evet, kibris turk halki lazim bunu sabah kalkarken bir de aksam yatarken okusun.