Diyalog Gazetesi
2014-12-13 08:37:27

Ateşle oyun olmaz

Reşat AKAR

rakar@diyaloggazetesi.com 13 Aralık 2014, 08:37

Kıbrıs adası 1960 yılına kadar İngiltere’nin idaresindeydi...
Büyüklerimizin anlattıklarına göre; İngiliz idaresi döneminde ‘toplumlararası çatışma’ yoktu...
Liseyi bitiren herkes, ister Türk, ister Rum mükemmel İngilizce konuşurdu...
Devlet dairelerinde ‘ahbap-çavuş’ ilişkisine göre işlem yapılmazdı...
Öğretmenler tam gün eğitim verir, öğrencilere ‘evlatları gibi’ bakardı...
Tüm resmi kurumlarda kılık, kıyafet düzeni vardı...
Traş olmadan işe giden adamı ayıplarlardı...
Vatandaşı devlet dairelerinde süründürme anlayışı yoktu...
Suç aleti taşımak ağır bir suçtu...
İngiltere 1960’ta adayı terk etti ve 1960’tan itibaren iki toplumlu devlete geçildi...
Bu devletin ömrü de 3 yıl sürdü...
Sonrasında Kıbrıslı Türkler kendi bölgelerine çekilerek, kendi yönetimleri altında yaşamaya başladı...
Fakat; 1974 yılına kadar, yani 11 yıllık süre içinde, İngilizlerden kalan gelenekler bozulmadı...
Tayin ve terfiler, yeneğe göre yapıldı...
Okullarda İngilizce ağırlıklı dersler devam etti...
Liseyi bitiren ve yüksel tahsile gitmek isteyen Kıbrıslı Türklerin pek çoğu, ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ gibi üniversitelere girmekte zorlanmadı...
Bazıları İngiltere ve Amerika’da yüksel tahsil yaparak, en başarılı öğrenciler listesinde yer aldı...
Siyaset ve değişim
Fakat, 1974 sonrasında, Kıbrıslı Türklerin yaşamında adım adım değişimler başladı...
Bu değişimin temelinde, başarısız siyaset vardır...
Eğitimde, kamu hizmetinde, hemen her konuda gerileme sürecine geçildi...
Bırakın liseyi, üniversite bitirenlerin ezici bir çoğunluğu derdini anlatabilecek kadar dahi İngilizce öğrenemez oldu...
“Okuma, yazma oranımız çok yüksek” diye övündüğümüze bakmayın...
Artık ODTÜ’yü, Boğaziçi’ni, İTÜ’yü, Bilkent’i, Başkent’i kazanabilen öğrenci sayısı yok denecek kadar az...
Peki neden?..
Siyasetin düzeyi çok düşük de ondan...
Siyasetin işleyişi çağ dışı da ondan...
Siyaset, ülkeye hizmeti değil, partisel ve kişisel çıkarlar üzerinde yürütülüyor da ondan...
İşte bu anlayış nedeniyle, Kuzey Kıbrıs hemen her açıdan gerilere gitti...
Rüşvet, suistimal, yolsuzluk ve adli suçlarda patlama yaşandı...
Devlete olan güven de dibe vurdu...
Silah rüşveti çok can aldı
Barış Harekatı sonrasındaki ilk 15 yıl içinde, iktidarların elinde rüşvet olarak dağıtılacak kadar Rum arazisi vardı...
“Gel partiye, al arsayı” diyerek dağıtabildikleri kadar dağıttılar...
Arazi kalmayınca, başka bir rüşvet uygulamasına geçtiler...
Ama bu kez işin ucunda silah vardı...
Bunun çok tehlikeli bir oyun olduğu daha ilk günlerden söylendiği ve uyarıldıkları halde, hiç kimseyi dinlemediler...
Dönemin Başsavcısı Akın Sait ile ilk televizyon programını yapmıştım...
Konumuz ‘ruhsatlı’ silahlardı...
O kadar çok silah izni veriliyordu ki; bu çılgınlığın önlenmesi için birşeyler yapılmalıydı...
Başsavcı Akın Sait, silah izinlerine karşı çıktığını hiç çekinmeden ortaya koydu ve bu konuda dönemin Başkbakanı’na gönderilen yazılardan söz etti...
Ama onu dinleyen olmadı...
Silah izinlerine devam edildi...
Dönemin bakanlarından Serdar Denktaş da, silah izinlerini destekleyenlerdendi...
Hatta yaptığı bir açıklamada “bana izinli silahlarla işlenmiş tek bir cinayet gösteremezsiniz” demişti...
Keşke herşey düşündüğü gibi olsaydı...
Kısa bir süre sonra en yakın arkadaşlarından biri olan, Palm Beach Oteli’nin Genel Müdürü 
Levent Soykut, uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti...
Basit bir park yeri tartışması sonrasında, ruhsatlı tababcasını kullanan kişi, Levent Soykut’a kurşun yağdırdı...
Ve önceki gün yine Serdar Denktaş’ın bir başka yakın arkadaşı, Ümit Hansel ‘ruhsatlı silahı’ ile kendi canına kıydı...
Tüm iptal edilmeli
Yıllardan beri üzerinde hassasiyetle durduğum bir konuyu bu vesile ile yeniden gündeme getirmek istiyorum...
Özellikle de iktidarın büyük ortağı CTP’li yetkililere sesleniyorum...
İngiltere gibi dev bir ülkede polisin hala silahı yoktur...
Kuzey Kıbrıs gibi küçük bir ülkede silah ruhsatı dağıtarak insanları ateşin içine atmaktan vazgeçilmelidir...
Hem ruhsat verdiğiniz insanları, hem de savunmasız olanları ölümle yüzleştirmeyin...
Hatta mahkeme emri alarak ada çapında arama yapılmalı, ruhsatlı, ruhsatsız tüm silahlar toplatılmalıdır...
Üzerinde, aracında veya çalıştırdığı işyerinde sadece silah değil, bıçak bulundurulması ‘en ağır’ suçlardan’ biri haline getirilmelidir...
Bıçak mı taşıyorsun?..
Neden?..
Ters bakan adamı cezalandırmak için mi?..
Para vermeyeni öldürmek için mi?..
Buna kesinlikle izin verilmemeli...
Bıçak veya silah taşıyorsa hayatının kararacağını herkesin bilmesi gerekiyor...
Bunun için de cesur kararlara gerek vardır...
CTP’nin genç milletvekilleri bunun öncülüğünü yapmalıdır...
Çünkü onların ve temsil ettikleri tüm gençlerin önünde uzun yıllar vardır...
Kimsenin geleceği kararmasın...
İnsanlar ne kendilerinin, ne de başkalarının canına kıyabilecek bir silah bulamasın...
Bu konunun takipçisi olacağız...
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.