Geçtiğimiz hafta iki önemli olayın yıl dönümlerini geride bıraktık. İlki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) kuruluşunun yüzüncü yıldönümü, ikincisi ise Annan Planı’nın onaltıncı yıl dönümü. Birini coşkuyla kutlarken, ötekisinde ise düşüncelere daldık.
TBMM’nin kuruluşunun üzerinden yüz yıl geçmişti. Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan TBMM, Türklüğün yakın tarihinin önemli olaylarından biridir. Ancak yüzyıl bir insan ömrü için uzun görünse de, bir cumhuriyet için pek de uzun değildir. Türkiye genç bir Cumhuriyet fakat yüzyıl içinde geldiği noktayı iyi analiz edersek, TBMM’nin 100. yılının ne demek olduğunu daha iyi anlamış oluruz. Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını bir kez daha rahmetle anar, daha nice anlı şanlı yüzyıllar dileriz…
Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şiirinde anlattığı gibi: Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe. 24 Nisan’da Annan Planı’nın referanduma sunulmasının on altıncı yıldönümünü de geride bırakmış olduk. Referandumun bu yılki yıl dönümünü de sessiz sedasız geçirmiş olduk. 24 Nisan 2004’deki referandumda Türk toplumunun güçlü “Evet” demesine karşılık, Rum toplumunun “Hayır” demesine mi yanarsınız, yoksa an altı yıldır bu “Evet” deyişimize karşılık bulamadığımıza mı?
2004 Annan Referandumunun en önemli noktalarından biri, ilk kez bu coğrafyanın insanlarına “Ortak bir gelecek istiyor musunuz?” soruluyor olmasıydı. Ama ne yazık ki Rum toplumunun “Hayır” deyişi, Türk toplumunun “Evet” deyişinden çok daha güçlüydü. Ancak dünya bu “Hayır” ın ne demek olduğunu hiç sorgulamadı. Diğer yandan “Evet” in de ne anlama geldiği sorgulanmadı. Sokrates’in söylediği gibi; “Sorgulanmamış yaşam, yaşamaya değmez.” Sokrates’in felsefesine göre sorgulanmayan referandum “Evet/Hayır” sonucu üstüne yeniden iki toplumlu başka bir referanduma götürmeye değmez anlamı çıkmaktadır…
2004 Referandumu sonrası Kıbrıs Türk Toplumu, büyük bir sessizliğe büründü. Bu sessizlik derin bir kırgınlığın ifadesidir. Fakat sessizlik tehlikelidir, sessizlik kendi kendini yok etmektir. Bu yok oluştan kurtulmanın yolu ise değişimdir. Değişim için dünden ders alınmalı ve yeni bir başlangıç için yeni bir sayfa açılmalıdır. Bunun için yeni yöntemler icat etmeye gerek yok. Sokrates’in altını çizdiği sorgulamayı başlatmak yeterli olacaktır. Sorgulamayla birlikte yenilikler düşünülmeli, planlanmalı ve yeni adımlar atılmalıdır. Yaşadığımız coğrafyayı anlamlandırmak, kendimiz olmak, özgün olmak istiyorsak 2004 Annan Planı’nın yıl dönümlerini saymak yerine, referandum sonuçlarını sorgulamalı ve de sorgulatmalıyız.
Kendimce bu sorgulamayı niye yapmıyoruz diye düşüncelere dalınca karşıma iki yanıt çıkıyor. Ya biz “Evet” dediğimizde samimi değildik, ya da bu coğrafyada artık farklı bir şeylerin söylenmesi gerektiğini idrak edemiyoruz. Kısacası dökülen yaprakları toplamaya devam ediyoruz.
Herkese güzel bir hafta dileklerimle, iyi pazarlar.
Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe
Paylaş
Denizer kemancıoğlu 5 Yıl Önce
Eline ve yüreğine sağlık