Bugün “devlet” olarak adlandırılan siyasi örgütlenme biçimi insanlık tarihinde oldukça yeni bir olgudur. Başka bir ifadeyle, bugün bildiğimiz anlamda devlet tarihin başlangıcından beri var olan bir fenomen değil, 15. ve 16. yüzyıllarda ortaya çıkmış olan modern bir gerçekliktir. İnsanoğlu binlerce yıl devletsiz toplumlarda yaşamış; imparatorlukları, şehir cumhuriyetlerini ve feodaliteyi tecrübe etmiştir. Bu demektir ki, genellikle zannedildiğinin aksine, devlet ezelden beri var olmadığı gibi ebede kadar var olacağı da kesin olmayan bir gerçekliktir.
Modern devlet muayyen bir coğrafî alanda tebaası üzerinde cebir kullanma tekeline sahip olan, merkeziyetçi bir iktidar örgütlenmesidir. Ulus-devlet ise daha da yeni bir olgudur ve modern devletin son iki yüzyılda milliyetçiliğin etkisiyle aldığı, devletle ulusun kaynaşmasından oluşan yeni şekli ifade etmektedir. Milliyetçilik, devleti toplum için bir araç olmaktan çıkararak onu bizatihi bir amaca dönüştürmüş, kutsallaştırmıştır. Ulus-devlet modern devletin özellikleri yanında milliyetçiliğin getirdiği ilâve bazı özellikler de taşımaktadır.
Modern devleti kendisinden önceki siyasî formasyonlardan ayırt eden özelliklerin başında, onun ülkesellik (territoriality) temelinde örgütlenmiş olması gelmektedir. Devletin egemenlik alanı ülkeyle tanımlanır, bu alan coğrafî olarak ve kesin sınırlarla belirlenmiştir. Oysa önceki siyasî örgütlenmelerde kesin coğrafî sınırlar yoktu ve devletin yetkisi muayyen bir bölgeden çok kişiler üzerinde etkiliydi. Bu yetki de egemenlik, yani ülke içinde nihaî karar verici otorite olmak olarak anlaşılmaktadır. Devletin tebaasına istediğini yapmasına engel olacak herhangi bir iç veya dış güç yoktur.
Modern devlet aynı zamanda doğrudan yönetim esasına dayanan merkezî-bürokratik bir devlettir. ‘’Doğrudan yönetim’’ devletin tebaasını aracı kurumların karışması olmadan doğrudan doğruya yönetmesi demektir. Aracı kurumları dışlaması modern devletin kişilere (yurttaşlara) doğrudan doğruya ulaşabilmesini, onlar üzerinde nüfuz kurabilmesini ve hatta onların gündelik hayatlarını kontrol edebilmesini mümkün kılmıştır. Doğrudan yönetim ve merkezî örgütlenme modern devleti aynı zamanda bürokratik bir devlet olmaya zorlamıştır.
Modern devletin başka bir özelliği kamusallığıdır, o kamusal gücün örgütlenmesidir. Yani devlet yönetimi artık özel değil kamusal bir iştir, devlet te hükümdarın kişisel mülkü değildir. Modern devlette siyasî ilişkiler kişiler arası bağlara dayanmaktan çıkmıştır. Son olarak, modern devlet tekelci sadakat esasına dayanır. Bir devletin sınırları içindeki kişiler sadece onun yetkisine tâbidirler ve sadece onun yasalarına uymakla yükümlüdürler. Dahası yurttaşlardan beklenen sadakatin başka her türlü -dinî, kabilevi, dilsel, kültürel- bağlılığın da önüne geçmesi istenmektedir.
Milliyetçi ideolojinin etkisiyle ulus-devlete geçilmesi modern devletin niteliğinde önemli değişikliklere yol açmıştır. Devlet artık herhangi bir insan topluluğunun değil, ‘’ulus’’ olarak nitelenen bir etnik-kültürel bir topluluğundur. Ulus-devletin ideolojisi, zorunlu olarak, onu yaratmış olan milliyetçiliktir. Milliyetçiliğin mantıkî bir sonucu olarak, ulus-devlet kurgusunda ulus (veya millet) siyasî bir özne olmadan önce etnik-kültürel bir kimlik ve aidiyet olarak kavranmaktadır.
Bu arada, ‘’ulus-devlet’’ terimi ulusun devletten önce geldiğini, devleti ulusun kurduğunu düşündürmekteyse de, modern dünyada bu ilişki çoğu zaman tersine işlemektedir; yani ulus kimlikleri büyük ölçüde devletlerce kurgulanmış veya yaratılmıştır. Başka bir deyişle, modern uluslar genellikle tarihin değil, devletlerin ürünüdür. Bazı yazarlar bu durumu vurgulamak için -ulus-devlet yerine veya onun yanında- ‘’devlet-ulus’’ kavramını kullanmayı tercih etmektedirler.
Ulus-devleti ayırt eden özellikleri ise şöyle özetleyebiliriz:
(1) Türdeş ulus ve devlet-ulus özdeşliği: Ulus-devletlerde “ulus”un etnik ve kültürel bakımdan türdeş ve hatta organik bir bütün olduğu ve devletin bu ulusa ait olduğu varsayılır. Bu kurguda ulusla devlet özdeştir. Bu da ulusun etnik-kültürel olarak tanımlandığı devletlerde ‘’soydaş’’la ‘’yurttaş’’ın aynı anlama gelmesi demektir. Ne var ki, pratikte çoğu durumda ülkedeki nüfus dil, din, kültür veya etnik köken bakımından türdeş olmadığı için, heterojen nüfusun ya eğitim ve kültür politikaları yoluyla kendisini homojen olarak algılaması sağlanmaya ve/veya etnik temizlik benzeri yollarla azınlıklar tasfiye edilmeye çalışılır.
(2) Egemenliğin ulusa ait sayılması: Modern devletin “egemenlik” unsuru, milliyetçilikle birlikte ‘’ulusal egemenlik’’ biçimini alır, egemenlik artık ulusa aittir. Artık devletin meşruluğunun neredeyse temel kriteri onun bir ulus kimliğine dayanmasıdır. Bu durum devletin egemen gücünde bir değişmeye yol açmamışsa da, yurttaşlığı siyasî olmaktan çıkarıp etnik-kültürel bir kavrama dönüştürmüştür. Bu da azınlıkları yönetimden dışlamada veya onların siyasi haklarını kısıtlamada ulus-devletlere kolaylık sağlamaktadır. Ayrıca, ulusun organik bir bütün olarak kavranması ölçüsünde, ulusal egemenlik anlayışı toplumsal çoğulculuğa elverişli değildir. “Ulusal irade” parçalanamayacağından, ulusal egemenlik anlayışı ya çoğunlukçu bir siyasete ya da ulusu ‘’şahsında temsil eden’’ bir liderin keyfî yönetimine temel oluşturabilir.
(3) Ükenin vatanlaşması: Ulusal topluluğun kavranışında belirli bir toprak parçasına duygusal bağlılık daima önemli bir rol oynamıştır. Milliyetçi ideolojinin devletin coğrafi anlamda ulusla örtüşmesine tarihsel-kültürel temeller ‘’keşfetmesi’ devletin egemenlik alanı demek olan ülkeyi kutsallaştırır ve böylece onun soydaş-yurttaşlar tarafından ‘’vatan’’ olarak kavranmasını kolaylaştırır. Kısaca ülke “vatan” olur. Ülke artık ‘’büyük bir aile olarak ulusun yurdu’’dur, tarihsel-kültürel anlamda evidir. Bunun bir anlamı, artık o ulustan başkasının “vatan”ın sahibi olamayacağı ve o ulustan olmayan için ülkenin vatan sayılamayacağıdır. Böylece, ülkenin “vatan’’ adı altında kutsallaşması devletin yurttaşları “vatan savunması” adı altında ölüme göndermesini kolaylaştırır.
(4) Totaliter potansiyel: Totaliterlik bugün genellikle geride kalmış bir rejim tipi olarak görülmekteyse de, burada kast edilen görünen kaba-saba totaliterlik değil, toplumun kılcal damarlarına işlemiş olan görünmez totaliterliktir. Hem bu anlamda hem de geleneksel anlamında totaliterlik modernliğe özgü bir gerçekliktir, modernlik öncesindeki siyasî formasyonların totaliterleşmesi teknik olarak neredeyse imkânsızdır. Bu anlamda totaliterlik modern devletin merkeziyetçilik, doğrudan yönetim, topluma nüfûz etme ve tüm toplumsal-kültürel hayata ilişkin kapsayıcı iddialara sahip olma gibi özelliklerinin bir sonucudur. Anthony Giddens’in belirttiği gibi, devletin toplum üzerindeki gözetimini azamileştirmesi ve onu pasifleştirmesi toplumun “gündelik hayatına başarılı bir şekilde nüfuz edebilmesi’’ni kolaylaştırmıştır. Ulus-devlet bu yönde daha da ileri giderek, devlet-toplum özdeşliği ve kültürel türdeşlik iddialarının da yardımıyla, totaliterliği bir ihtimal olmaktan çıkarıp gerçeğe dönüştürmüştür.
Cumhuriyet 1 Yıl Önce
Mustafa Bey Biliyorum nefret ediyorsun Cumhuriyetten!Yine Kutlu olsun. Sultanlikta nüfus sayımında Ahirdaki Öküzün sayımı yapıldı Kadininki yapilmadi. Mustafa Kemalede Selam olsun. Afganistan gibi olmakta vardi. Dimi yani.
Turkish Power 1 Yıl Önce
Turk ulus devleti kaka kurt devleti rum alman fransiz israil vs yasa birak hocam bu isleri senin de sonun sayin ustat gibi hayalkirikliklariyla gocmek olur Allahu Teala rahmet eylesin sayin ustat a da