Bir gazetenin 27 Haziran tarihli nüshasında ‘’Erdoğan normalleşme defterini kapattı’’ başlığıyla verdiği haber, paradoksal gibi görünse de, aslında Türkiye siyasetinin yeniden son yıllarda alıştığımız ‘’normal’ine dönmek üzere olduğu anlamına geliyor.
Özgürlük Araştırmaları Derneği tarafından iki haftada bir yayımlanan Özgürlük Gündemi’nin Mayıs ayında çıkan 60. ve 61. Sayılarında, bir süredir gündemde olan muhalefete karşı yumuşama söyleminin AKP lideri Erdoğan’ın taktik amaçlı bir hamlesi olabileceğine dikkat çekmiştim. Nitekim AKP ve CHP liderlerinin karşılıklı nezaket ziyaret ve görüşmelerinin tamamlanmasından kısa bir süre sonra Erdoğan’ın yumuşama girişiminden caydıklarını belirten açıklaması bu konudaki kuşkularımı doğrulamış görünüyor.
Başka pek çok siyaset gözlemcisinin de katıldığı bu öngörü gerçi esas olarak AKP’nin on yıldan fazla bir süredir yürüttüğü zikzaklarla dolu, dün ak dediğine bugün kara diyen, samimiyetsiz siyaset tarzını veri alan bir akıl yürütmeye dayanıyordu. Elbette bu tür bir siyaset tarzı için ‘’cayma’’ hiç te istisnaî veya olağan dışı bir durum değildir, tam aksine onun karakteristik vasfıdır bu.
Kaldı ki, burada mesele sadece basit bir cayma veya sözünden dönme meselesi de değildir; AKP’nin bütün bu zikzakları arka planındaki otoriter rejim kararlılığının zemini üstünde cereyan etmektedir. Yani, epey bir süredir otoriter, hatta -kimi demokratik formlar arkasına saklanmış- otokratik bir rejimde karar kılmış olduğu besbelli olan bir siyasî iradenin muhalefete karşı sahiden yumuşaması ve genel olarak kelimenin doğru anlamında ‘’normal’’ bir siyaset yürütmesi zaten beklenemez.
Ama AKP lideri Tayyip Erdoğan’ın ilkeli ve tutarlı bir siyaset yürütememesinde etkili olan başka bir önemli faktör daha var: MHP ile ortaklığa çaresizce mahkûm olması. Nitekim Erdoğan’ın ‘’yumuşama’’ adı altındaki birkaç haftalık zemin yoklamalarına asıl son verdiren MHP başbuğundan gelen uyarı oldu. Gerçekten de ancak -bazı gazetelerin tercih ettiği deyimle- Bahçeli’nin kendisine ‘’rest çekmesi’’nden sonradır ki Erdoğan sözde yumuşama girişiminden -pratikte ana muhalefet partisiyle kurduğu iletişimden- geri adım attı. Bahçeli’nin ‘’resti’’, Erdoğan’a meydan okurcasına yaptığı, ‘’madem öyle, git CHP’yle ittifak kur’’ mealindeki çıkışıydı. Fakat Bahçeli aynı açıklamasında asıl mesajını ‘’Cumhur İttifakı’ndan tavizimiz, geri dönüşümüz, yarı yolda bırakmamız, ilkelerinden ve hedeflerinden cayma göstermemiz mümkün değildir” diyerek vermiş.
Burada ilginç olan, yaptığı açıklamaya bakılırsa, Bahçeli’yi rahatsız edenin sadece AKP’nin CHP’ye yanaşma ihtimali olmadığıdır. Galiba daha da önemli olarak, Bahçeli ve MHP camiası Erdoğan’ın, cinayete kurban giden kocasının faillerinin bulunarak adil olarak yargılanmalarını sağlamak ümidiyle çaresizce her tarafa koşuşturan Sinan Ateş’in eşiyle görüşmesinden de rahatsız olmuş. Hatta MHP camiasını söz konusu cinayet davası ile ilişkilendiren haber ve yorumları kendilerine yönelik bir ‘’itibar suikastı’’ olarak niteleyen Bahçeli’nin bu meseledeki hissiyatını tanımlamak için ‘’rahatsızlık’’ kelimesinin bile hafif kaldığı söylenebilir.
Peki, Bahçeli’nin ‘’resti’’inden sonra ‘’yumuşama siyaseti’’nden vaz geçmesini AKP lideri nasıl haklılaştırıyor dersiniz?...
Erdoğan partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada Bahçeli’ye muhalefetle bir ittifak arayışında olmadıkları teminatını veriyor ve MHP’yle ortaklığın devam ettiğini özellikle vurguluyor. Fakat bu arada ana muhalefete yönelik olarak ta tuhaf sözler sarf ediyor: “Yumuşama çabamız aslında muhalefeti normalleştirme çabasıydı. Sıkılı yumrukları açacak olan muhalefettir.’’ Erdoğan CHP’ye dayanaksız suçlamalar yöneltmekten de geri durmuyor: ‘’Ana muhalefetin AK Parti’ye yönelik her saldırının yanında durduğunu görürsünüz. FETÖ’cü hainlerden Gezici vandallara kadar hepsine siyasi himaye sağladıklarını görürsünüz.’’
Erdoğan’ın CHP’ye yönelttiği özellikle şu itham ne kadar da ironik! ‘’(Bunların) siyasi çıkarları uğruna toplumun fay hatlarıyla oynamaktan çekinmediklerini görürsünüz.’’ Bu suçlama gerçekten ironik, çünkü AKP liderinin bu sözleri tam da kendilerinin on yıldan fazla bir süredir uygulaya geldikleri siyasetin esasını tanımlıyor.
CHP’ye yönelik bütün bu söz ve ithamların olgusal dayanaktan yoksun olduğunu elbette Erdoğan’ın kendisi de bilmektedir. Ama daha önemli olan husus şudur ki, bu sözlerde AKP’ni hem hak-hukuk tanımazlığı hem de anti-demokratik siyaset anlayışı saklıdır. AKP lideri en başta muhalefetin var olma ve serbestçe faaliyet gösterme hakkının demokratik bir rejimin vazgeçilmez bir esası olduğunun, dahası kendi iktidarın meşruluğunun da buna bağlı olduğunun ya farkında değil ya da bile bile bu demokratik prensibi yok sayıyor!
Sözün kısası, iki aylık tiyatro sona erdi ve yeniden o bildik ‘’AKP-MHP rejimi’’ne döndük.