Birkaç gün önce medyaya ilginç bir haber düştü: Millî İstihbarat Teşkilâtı başkanı İbrahim Kalın 21 Kasım günü CHP genel merkezinde genel başkan Özgür Özel ve bazı parti ileri gelenlerini ‘’terör örgütleri’’ hakkında bilgilendirme amaçlı bir sunum yapmış.
MİT başkanı Kalın ile yaptığı ve ‘’tarihî önemde’’ gördüğü görüşmenin detaylarını medyaya açıklayan Özel şöyle demiş: "Bizim de kendisinden bir destek talebimiz oldu. CHP’nin yurt dışındaki ofislerine çok sayıda başvuru alıyoruz. Üye alımları sırasında CHP’ye FETÖ veya diğer terör örgütleri sızmasın diye MİT’ten istihbarat desteği istedik. Onlar da büyük bir memnuniyetle buna yardımcı olabileceklerini söylediler.”
Bu olay benim gibi size de yakın geçmişteki benzer bir olayı hatırlatmış olmalıdır; o tarihte İYİ Parti genel başkanı olan Meral Akşener’in partisinin İstanbul İl Başkanı’nın ‘’FETÖ’CÜ’’ olup olmadığını MİT’ten (ve Millî Savunma Bakanı’ndan) sormasını yani.
Bu iki olay, bir süredir Türkiye Cumhuriyeti’nin partizan kaygılarla işletilen bir istihbarat devleti haline gelmiş olduğunu teyit etmektedir. Türkiye’de MİT ‘’hikmet-i hikmet’’in ete-kemiğe bürünmüş halidir, öyle olduğu için de onun ‘’hikmeti hükümet’’ten başka bir referansı ve kılavuzu yoktur. Evet MİT’in görünüşte bir yasası vardır ama o yasa zaten ‘’hikmet-i hükümet’’in hukuk diline tercüme edilmiş halinden başka bir şey değildir. AKP’nin son on yıldır MİT’i çok sevmeye başlamasının da bir nedeni kendisinin artık bu devletçi ideolojiyi içselleştirmiş ve devletleşmiş olmasıdır.
Erdoğan’ın ve partisinin devleti -ve bu arada MİT’i- sevmeye başlamalarının tek nedeni, elbette, dünya görüşü itibariyle zaten yatkın oldukları hikmet-i hükümeti içselleştirmiş olmaları değildir. Bunun arkasında AKP’nin ve Erdoğan’ın partizan çıkarları da vardır. AKP’nin 2013 sonundan itibaren karşı karşıya kaldığı zorlukları (2013 yolsuzluk krizi ve Gülen cemaatinin tasfiyesi, 2016 darbe girişimi, yakın çevremizde askerî genişleme ve nihayet Erdoğan’ın kişisel iktidarını ‘’kaydı hayat’’a bağlama arayışıyla ilgili zorlukları) aşmak için de toplumu ve geleneksel devlet elitini kontrol ve manipüle etmesini kolaylaştıracak araçlara olan ihtiyacı da artmıştır.
Onun için, AKP iktidarının 2014 Baharında ilgili Kanun’da değişiklik yaparak MİT’in ‘’hükmet-i hükümet’’in ve AKP’nin çıkarlarının gereklerini akla gelebilecek bütün yolları kullanarak ve hiçbir denetime bağlı olmaksızın yapmasının sözde hukukî zeminini tahkim etmesini de bu bağlamda düşünmek gerekiyor. Bakınız MİT Kanunu’nda yapılan değişikliği o tarihte nasıl tanımlamışım:
‘’Düşününüz ki, bütün vatandaşları hem MİT’in gözetimi altına koyan hem de onları bu teşkilâta istihbarat sağlamakla görevli kılan, MİT’e terör örgütleriyle hiçbir siyasî ve hukukî denetime tabi olmayacak şekilde irtibat kurma yetkisi veren, bu teşkilâtın karanlık işler yapacak elemanlarını -hatta bu işlerde kendisine yardımcı olan özel kişileri de- sorumluluktan kurtaran, görmekte olduğu davaların niteliği gerekli kılsa bile mahkemelerin MİT’ten bilgi-belge-kayıt isteyebilmesinin önünü kapatan, yayın ve basım yasağı yoluyla teşkilâtın gizli-kapaklı işlerini kamunun bilgisinin dışına çıkaran… Kısaca her bakımdan lâyüs’el bir istihbarat teşkilâtı kuran bir kanunla karşı karşıyayız.’’
Bugüne dönersek: İşte tam da bu nedenlerle, eğer iyice ‘’Majestelerinin Muhalefeti’’ haline gelmek istemiyorsa, Cumhuriyet Halk Partisi’nin MİT’ten uzak durması gerekmektedir! Başını Tayyip Erdoğan’ın çektiği mevcut siyasî iktidarın, büyük ölçüde kendi partizan öncelik ve kaygılarının bir aparatı haline getirmiş olan bu kuruluşu ana muhalefeti manipüle etmek ve zora sokmak amacıyla kullanmak istemeyeceğinden nasıl emin olunabilir?
AKP medyanın büyük kısmını kendisine yakın sermaye aracılığıyla zaten kontrol altında tutmaktadır, geri kalanı için de RTÜK sopasını ve yargıyı kullanmaktadır. Erdoğan bu yolla, tipik bir totaliter sistem gibi, sadece devleti değil toplumu da kontrolü altında tutmaktadır. Türkiye’de artık devletten bağımsız bir toplum, bir ‘’sivil toplum’’ yoktur; çünkü sözünü ettiğim o araçlar sayesinde AKP devleti toplumu yutmuştur. Bu meselede AKP öncesinde de durumumuz pek parlak değildi ama askerî müdahale dönemleri dışında bugün gelinen duruma hiç tanık olmamıştık!
Son olarak, bu olayın gösterdiği başka bir şey daha var: Öteden beri Türkiye’nin iri kıyım partileri halkın çıkarlarını, talep ve beklentilerini temsil eden sivil teşekküller olmaktan çok, devlet sistemiyle bütünleşmeye, onun birer parçası olmaya hevesli olagelmişler ve pek çok olayda da devletin birer organı gibi davranmışlardır. Devlet te zaten onları öyle görmek istemiştir.
Böyle partiler marifetiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin özgürleşme yönünde sahici bir dönüşümünü gerçekleştirmeyi ummak ham hayaldir.