Diyalog Gazetesi
2020-02-25 09:57:46

Maraş Sorunu (1)

Taner ERGİNEL

25 Şubat 2020, 09:57

Türkiye Barolar Birliğinin daveti üzerine Maraş konusunda yaptığım çalışmayı ve 15.2.2020 tarihinde yapılan toplantıda öne sürdüğüm görüşleri 5 bölüm halinde bilginize sunmaya çalışacağım. 

Dünya kamuoyunun benimsediği ilkeler ışığında Maraş sorununa çözüm bulunabilir mi?

Maraş’la ilgili ülkemizde bir fikir karmaşası oluşmuştur. Diğer bazı konularda olduğu gibi bu konuda da Türk tarafı haklı olduğu halde görüşlerini anlatamamakta ve dünya kamuoyu önünde haksız duruma düşmektedir. Maraş sorununun uluslararası hukuka ve dünya kamuoyunun görüşlerine uygun olarak çözülmesi için formüller bulunamaz mı?
Bildiğiniz gibi dünyamızda PR (Public Relations) veya Halkla İlişkiler diye isimlendirebileceğimiz önemli bir kavram ve etkinlik vardır. Tüm devletler bu konuya büyük önem vermekte ve bu sayede dünya kamuoyunu lehlerine çekmeye çalışmaktadırlar. Bu konuda başarılı olabilmek için dünyamızın tarafsız aydınlarını etkileyecek, onların kabul edebileceği görüşler üretmek ve çözümler bulmak önemlidir. 
Bu çözümler neler olabilir? Bu soruya yanıt verebilmek için dünyanın tarafsız aydınlarının konuları nasıl değerlendirdiğini öğrenmemizde yarar vardır.
Maraş’ta, mülkiyet konusunda uluslararası hukukun benimsediği, dolayısıyla dünya kamuoyunun reddedemeyeceği bazı ilkelerden hareket etmemiz yararlı olacaktır. Bu ilkelerden biri tapu kayıtlarının aleniliği ve güvenilirliği ilkesidir. Bu ilkeye göre bir ülkede mevcut tapu kayıtlarının doğru olduğu varsayılır ve insanların bu kayıtlara dayanarak işlem yapma hakkı vardır.
Bir insan tapuya gittiği zaman orada gördüğü kayıtları doğru kabul eder. Bu nedenle tapuda işlem yapan kişiye “Bu malda şöyle şöyle sorunlar var. Sen bunları öğrenmeli ve malı almamalıydın” denemez. Bu iddiaya karşı “Ben tapudaki kayıtlara baktım ve ona göre aldım. Gerisi beni ilgilendirmez” diye yanıt verebilir. 
Uluslararası hukukun benimsediği diğer bir ilke insanların içinde yaşadıkları ülkenin yasalarına uygun hareket etme hakları olduğudur. Bu nedenle ülke yasalarına uygun hareket eden ve tapuda işlem yapan bir insanın elde ettiği taşınmaz mal daha sonra tartışma konusu olmamalıdır. 
Bu ilkeler bizi KKTC yasalarına göre taşınmaz mal sahibi olan bir kişinin mülkiyet haklarının daha sonra tartışma konusu yapılmaması gerektiği sonucuna götürmektedir. Aynı ilkeler Maraş için de söz konusudur. KKTC yasalarına göre mal sahibi olan Türklerin durumu ile Maraş’ta İngiliz yasalarına göre mal sahibi olan Rumların durumu birbirine benzemektedir. Bir insan içinde yaşadığı ülkenin yasalarına uygun ve tapuya güvenerek hareket etmişse elde ettiği tapular geçerli olmalıdır.

Kıbrıs’ta büyük anomali  Kıbrıs’taki büyük anomali Annan Planı’nda ve daha sonra yapılmış müzakerelerde eski Rum tapularının geçerli olmaya devam ettiği, KKTC tapularının geçersiz olduğu ve sadece bir kullanma hakkı sağladığı kabul edilmiştir. Buna göre yeni kriterler ışığında Kuzeydeki mülkiyet durumu yeniden tartışılacaktır. Bu konuda karar verecek olan bir komisyon kurulacaktır. Komisyon Kuzeydeki eski Rum mallarının kaderini tayin edecektir. 
KKTC’deki taşınmaz mallarla ilgili bu ilkenin kabul edilmesine karşılık Maraş’ta çok daha farklı bir ilke kabul edilmiştir. AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi)’nin kabul ettiği kararlara göre Maraş’ta sabit bir mülkiyet durumu vardır. Yani Rum tapuları geçerlidir. 
BM (Birleşmiş Milletler)’nin arabuluculuğu ve inisiyatifi ile gerçekleşen müzakere ve anlaşmalarda KKTC tapuları ile Maraş tapuları arasında ciddi bir farklılık ortaya çıkmaktadır. Bu farklılık Kıbrıs Türk halkı aleyhine hakaret sayılabilecek kadar ciddi bir ayırımcılık (diskriminasyon) oluşturmaktadır. BM veya AİHM dünyada Kıbrıs Türk halkı dışında hiçbir halka bu kadar açıkça haksızlık yapmamıştır. Bu farklılık Kıbrıs Türk halkının kaderini etkileyecek kadar önemli ve vahim sonuçlar doğurabilir. 
Vakıflar ve Din İşleri Dairesi (Evkaf), Maraş’ın vakıf arazisi olduğunu çünkü Ahkamul Evkafa aykırı olarak Rumlara tapu verildiğini iddia etmektedir. Bu iddiaya göre Maraş’taki Rum tapuları geçersizdir. Bu mallar daha önce kayıtlı oldukları Vakıflara ait olmaya devam etmektedir. 
Evkafın bu iddiası ne ölçüde tutarlıdır? Bir iddia ilk bakışta çok makul ve haklı görünebilir. Ancak dünya kamuoyunu etkileyen tarafsız ve ciddi hukukçuların görüşü farklı olabilir. Çünkü bu hukukçular bir ülkede uygulanan yasal düzene uygun olarak tapuya gidip işlem yapanların haklı olduğunu düşünmektedirler.

Namibya ilkesi 
Bu konular Uluslararası Mahkemelerde başka vesilelerle de tartışılmıştır. Bu tartışmalardan biri Namibya’daki mülkiyet sorunları ile ilgili olmuştur. Bilindiği gibi Namibya1991yılında özgür bir devlet olmadan önce ırkçı Güney Afrika Cumhuriyetinin işgali altında idi. Daha sonra işgal süresinde özel kişilerin elde ettikleri mülklerin yasal olup olmadığı Uluslararası Adalet Divanında tartışıldı.(Bkz. Uluslararası Adalet Divanı’nın Namibya Davasındaki Tavsiye Nitelikli Görüşü)
Mahkeme, Irkçı Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ve Namibya’yı işgalinin yasa dışı olduğu konusunda görüş oluşturmakta zorlanmadı. Buna rağmen yasa dışı bir rejim altında bile olsa bireylerin elde ettiği hakların geçerli olduğuna ve elde ettikleri mülkiyet haklarını yitirmediklerine karar verdi. Mahkeme haklı olarak bir işgalde devletlerin kusuru olabileceğini fakat bireylerin kusurlu olmadığını dikkate aldı. 
İngiliz Mahkemeleri KKTC ile ilgili Hesperides davasında da aynı ilkeyi uyguladılar. Bu dava görüşülürken KKTC henüz kurulmamıştı. Ancak Türk bölgesinde Kıbrıs Türk egemenliği vardı ve Türk yasaları uygulanmakta idi. Türk Yönetimin aldığı kararlarla taşınmaz mallara tasarruf eden kişilerin tasarrufunun yasal olup olmadığı tartışıldı. Lord Denning şöyle dedi: “Tanınsın veya tanınmasın bir bölgenin denetimini elinde tutan otoritenin yasal bir çerçevede orada yaşayan insanlarla ilgili verdiği kararların tanınmasından yanayım. Bu kararlar İngiltere Mahkemelerinde tartışma konusu yapılamaz. ” (Bkz. Hesperides Hotels Ltd. v. Aegean Turkish Holidays Ltd. [1978] Q.B. 205, [1978] 1 All E.R. 277 (A.C);
AİHM in kuzey Kıbrıs’la ilgili dinlediği Loizidou davasında İngiliz yargıç Jambrek de mülkiyet işlemlerini aynı prensip ışığında değerlendirmiştir. Bu davada yargıç Jambrek şöyle demiştir: “Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kurumlar devletlerarası ilişkilerde, KKTC’nin mevcudiyetini tanımamışlardır. Bunun sonucu olarak KKTC Hükümeti uluslararası hukukun tanıdığı yasaları veya değişiklikleri yapamamıştır. Buna rağmen KKTC yasalarının geçerli olmadığını söylemek doğru değildir. Örneğin bir KKTC yetkilisi tarafından yapılıp tescil edilen evlenme akdinin geçersiz olduğu iddia edilemez. Aynı şekilde Kuzey Kıbrıs’ta bireyler arasında yapılan mülkiyet devirlerinin de bir KKTC yetkilisi tarafından tescil edilme koşuluyla yasal kabul edilmesi gerekir.” (Bkz. Loizidou Davası (Esas Karar) Karşı Görüş, para. 5).
Bu görüşler bizi bir hususu düşünmek zorunda bırakmaktadır. Uluslararası hukukta KKTC’nin lehinde düşünen hukukçular vardır. Onların görüşleri Kıbrıs sorununu Kıbrıs Türk halkının lehine çözebilecek ve Kıbrıs’a sürekli barış getirebilecek görüşlerdir. Bu görüşler ortada dururken Kıbrıs Türk aydınlarının aşırı milliyetçi Rum görüşlerini benimsemeleri ve Kıbrıs’ı yeni maceralara sürükleyecek bir yol izlemeleri hatalı değil mi?

Uluslararası kamuoyunun benimsediği ilkelerden ayrılma 
Uluslararası hukukta KKTC’nin yararına olan ilkeler olmasına rağmen bu görüşler Annan Planı’nda ve daha sonra yapılan müzakerelerde dikkate alınmamıştır. Bu nedenle KKTC tapuları geçersiz kabul edilmiştir. Halbuki gerek KKTC tapularının, gerekse Maraş’taki tapuların aynı ilke ışığında değerlendirilmesi gerekiyordu.
Öyle anlaşılıyor ki Rum komşularımız ve onların dostu olan çevreler Maraş’ta uygulamak istedikleri ilkeyi KKTC’de uygulama gereği duymamaktadırlar. 
Aynı ilkeyi uygulasalar Maraş’ta Rum tapularının geçerli olduğunu iddia ettikleri anda, KKTC tapularının da geçerli olduğunu kabul etmek zorunda kalacaklardı. O zaman Maraş’taki eski Evkaf haklarının göz ardı edilmesini isterken KKTC de eski mülk sahibi Rumların haklarından da vazgeçmiş olacaklardı.
Bu gerçekler ışığında tarafsız ve dürüst bir hukukçunun atması gereken ilk adım eşitlik ilkesinin uygulanmasını yani Rumlara ve Türklere aynı ilkenin uygulanmasını istemek olmalı değil mi?

(Devam edecek)

Yorumlar (1)

E.C. Gulbasar 5 Yıl Önce

Bir hukukcu gozuyle cok aydinlatici.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.