New York’ta yoğun diplomatik temaslar oldu. Her iki lider de BM Genel Sekreteri ile görüştüler ve geldiler. Bundan sonra ne olacak, sorusuna kafa patlatmak gerekmez mi?
Ancak Kuzeyde hava bu değil. Ne olmalı sorusuna cevap aramak yerine, her şey; Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik bir hava oluşturma oyununa dönüyor. Güneyde de aynı psikoloji hakim. Gelecek seçimler için aday isimleri havada uçuyor. Peki, bu yalnız bize mi özgü? Hayır.
Bakın ABD’ye. Yaklaşan Başkanlık seçimleri nedeni ile algı operasyonları dorukta. ABD Başkanı Sayın Tramp'ın ciddi rakibi olan DP aday adayı Sayın Joe Biden hakkında yapıldığı söylenen olaylar skandal. Meğer ABD Başkanı, Ukrayna Devlet Başkanı ile ABD yardımları konusunu konuşurken ondan, Sayın Biden ve oğlu hakkında soruşturma yapmasını istemiş. Yani ABD'nin siyasi, ulusal çıkarlarına dönük evrensel adımlar yerine, tamamen rakip gördüğü adayları darbelemenin küçük oyunları yaşanıyor.
Yalnız orda mı? Avrupa’nın köklü demokrasilerinde seçimlere indeksli popülizm dorukta. Sorunların esasını gizlemek için ilkel milliyetçilik, ırkçılık aldı başını gitti. İnsanların korkuları, ön yargıları ile oynayarak Brexit kampanyasını yalan üstüne kurup, koca İngiltere’yi günümüze kadar devam eden çıkmaz içine sokmak bunun en tipik örneğidir. Üstelik, Muhafazakar Parti’nin başına geçmek, Başbakan, Bakan olmak için de aynı ilkel tavrı, kendi arkadaşlarını ekarte etmek için de kullandılar.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye’deki bir tartışma programını izliyordum. Tartışma Programının yöneticisi katılımcılara şu soruyu sordu. “Suriye’de kurulması öngörülen Güvenli Bölge, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde partilerin oy tabanlarına nasıl etki yapar? Oylar kime gider? HDP oyları nasıl etkilenir?”
Yani böyle önemli bir konu, Türkiye'yi yakın, orta ve uzak vadede nasıl etkileyebilir üzerinden değil, yakınlaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini nasıl etkileyebilir üzerinden ele alındı.
Kısacası bu hal yalnız bize özgü değildir. Çünkü siyasi ve toplumsal yaşamda değerler değil, basit güncel zümresel, bireysel çıkarlar öne çıkıyor. Bu nedenle değerlerin etkilediği ilkesel tutumlar yerine, dar siyasi, kişisel, zümresel çıkarlar geçer akçe haline döndü. Bu yüzden her şey ayak oyununa ve insanları siyasetten soğutan ona yabancılaştıran bir ilkelliğe döndü.
Bu yüzden New York temasları sonrası kendi içimizde, her yönü ile sonuçları değerlendirebilecek bir ortam yaratma gayreti içinde olmalıyız. Zor, ama bunu başarmak azminde olmalıyız.
Ne olmalı? Sayın Anastasiadis BM kürsüsünden, Crans Montana'ya kadar olan tüm yakınlaşmalar ile 30 Haziran Guterres Belgesi ve 11 Şubat 2014 Ortak Belgesi temelinde görüşmeye hazırım dedi. Halbuki bunların tümünü Crans Montana sonrası reddediyordu.
Öyle ise BM Genel Sekreterine; Siyasi Eşitlik, Etkin Katılım ve Dönüşümlü Başkanlık konusunda Talat- Hristofyas, Anastasiadis – Eroğlu ve nihayetinde Akıncı- Anastasiadis arasında süren görüşmelerde oluşan tüm yakınlaşmaları alt alta yaz. Görüşmelerin temelini yap. Görüşmeler, yakınlaşılmayan konular üzerine odaklansın. Görüşmelerin bir takvimi de olsun. Ama bir şey daha olsun!
Bu takvimli görüşme sürecinde çözümsüzlüğe kim oynarsa, onu raporla. Eğer biz ayak sürçer isek, zaten yanmışız, kebap olmaya karar vermiş olacağız. Ama Güney, 2004 ve 2017 gibi ayak sürçer ise; o zaman da eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın, 2004 referandumundan sonra hazırlayıp, Güvenlik Konseyine sunduğu, raporundaki husus, BMGK tavrı olsun. Bu ise; “Artık, Kıbrıslı Türkler üzerinde izolasyonun anlamı yoktur" ifadesinin karara dönüşmesi olsun. Ne dersiniz, yakınlaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dönük kim daha milliyetçi, kim daha çözümcü oyununa mı girelim? Yoksa değerlere dönük kafa patlatıp yaratıcı mı olalım? Askeri güç gösterileri ve hamasetle yoğrulmuş oldubittiler değil, yaratıcı siyasetler, değerler temelinde öne çıksın. Yani, “Bin çiçek açsın.”
‘Geçim’ mi, seçim mi? Guterres, Akıncı, Anastasiadis
Paylaş