Dün gibi…
Bugün gibi aslında…
Uzun zaman evvel olmayan, bir aşk hikâyesinde...
Belki de senin, belki de benim, belki de aslında hepimizin…
Sanki uzak bir coğrafyada, uzansam tutarım misali,
Sanki uzak olmayan, şahinlerin gezdiği, gecenin karanlık ve kadife gibi aydınlık örtüsünde yürüdükçe çoğalan patikalar...
Bazen umudun tükenme noktasına geldiği… Buna rağmen, her defasında dönülmeyen yol, sevdanın özgürlük yolu...
Gecenin gündüze karıştığı, gündüzün geceye karıştığı çok uzun zaman dilimlerinde görememek sevdiğini… Eskiden olduğu gibi bugün de, başımı kaldırıp eflatun mavisi gökyüzüne baktığımda, hala dünyanın tüm sıcaklığı yüreğime düşer...
Sanki varsın gibi, sanki yoksun gibi... Eskiden bunları hissetmek korkuturdu beni… Ve daha bunun gibi bir sürü şey… Önceleri zamanı bilmemek korkuttu, seni görmemek korkuttu... Ve daha sonra zamanı bilmemek adına saat takmadım.
Fark ettim ki, zaman geçtikçe korkum da geçti… Ve öğrendim… İnsanın aklında ve zikrinde olan, o istemedikten sonra oradan çıkmaz diye...
Yani çok şey değişmiş görünse bile aslında değişmeyen mutlak olan şey; aşk…
Sevgi ne terk eder, ne de vazgeçer… Sanılanın aksine insanlar gitse bile terk etmedikten sonra hiç bir şey değişmez… Ve bunu da öğrendim, defalarca bana anlatmaya çalıştığın gibi.
Dün gece kitaplarıma bakarken, içlerinden birinde aşağıda bana yazdığın bir notu buldum...
“Toprağımı sevdiğim gibi sevdim seni,
Özgürlüğümü sevdiğim gibi sevdim seni...
Bazen yüzyıl gibi, bazen saniyeler gibi hissettim yokluğunu...
Yine de aklımın ucundan değil, ruhumdan bir zerre bile gitmedin...
Tespihte bir sen, bir de yine sen...”
Karmakarışık gibi görünen yaşamda, aslında her şeyin bir ölçü ve dengede olduğunu, aslında içimizdeki kaybetme korkusundan ötürü çoğu zaman yaşadığımız zamanları belki de yeterince tadına vara vara yaşayamamak... Çok sonraları da bunu anlamak…
Günlük, mevsimlik, yıllık, sezonluk olarak yaşadığınız ilişkilerinizi lütfen aşk ile karıştırmayınız...
Bu aşk gibi içinde sonsuzluk ve koşulsuzluk barındıran mucizeye haksızlık olur.
Uğruna her şeyi göze alacak kadar sevmektir aşk...
“Yürekli olmadan, meydan okumadan yaşanmaz aşk…”
Yanlış zaman, yanlış insan olunca tutunmak imkansız olur aşka…
Doğru zaman, doğru insan olunca tutunur insan aşka…
Hayallerinde olana, tutkuyla, arzuyla sarıldığın, bazen yorgun bazen de mutluluk dolu… Sevdiğini sarmayla hasretin birbirinde son bulması…
Yüzüne dokunan her bir parmağın, dudaklarında gezinen her bir dokunuşun hasretliği, kuşların esaretinin, ucu bucağı olmayan dağlarda son bulması gibidir… Dudaklarda gezinen nefesin, sırtına usulca dokunan dişlerin aslında hüznüdür seni eflatun gökyüzüne götüren...
Gözlerine baktığın zaman aslında gördüğünü sandığın şey hoyratlık değildir, onun sana olan hasretidir, sevincidir ve mutluluğudur...
Birbirine yakın olmayan düşler, birbirine yakın olan gerçekler… Toprağa ekilen bir tohum gibi sakin, bir o kadar da asi...
Biliyorsun; birini derinden koklamak aşka teslim olmaktır, boyun eğmektir.
Ve “özlediğin kokum, sana boynumun borcudur…”
Dün gibi…
Bugün gibi aslında…
Uzun zaman evvel olmayan, bir aşk hikâyesinde...
Belki de senin, belki de benim, belki de aslında hepimizin…
Karmakarışık gibi görünen yaşamda, aslında her şeyin bir ölçü ve dengede olduğunu, aslında içimizdeki kaybetme korkusundan ötürü çoğu zaman yaşadığımız zamanları belki de yeterince tadına vara vara yaşayamamak... Çok sonraları da bunu anlamak…
Tekrar görüşünceye dek, “özlediğin kokum, sana boynumun borcudur...”
Çok sonraları anlayabilmek...
Paylaş