9 Ocak Cenevre zirvesi öncesi hala statü tartışmaları yapılıyor. Şimdi de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cenevre zirvesinde temsiliyeti meselesi sorun yapılmak istenmektedir. Bunu ele almak lazım.
Ancak bunu güncel olan Suriye antlaşması üzerinden değerlendirelim.
Suriye meselesi…
Türkiye, Rusya ve İran; Suriye krizine çözüm için ortak bir antlaşma ürettiler.
Üç ülkenin Suriye krizi konusunda, önceki tavırlarından çok farklı bir sonuca ulaştıkları açıktır. Bunu iç siyasi argümanlarla eleştirebilirsiniz.
Ancak bu üç ülke, dünkü kırmızı çizgilerini devam ettirmiş olsaydı; milyonlarca insanın acı çektiği sorunun çözümüne dair sonuç elde etme umudu dahi olmazdı.
Suriye'de sorunu çözmek için üç ülkenin imzaladığı bu antlaşmada imzacılardan biri Suriye devleti değildir.
Çünkü Suriye hükümetine bakış konusunda, imzacı devletlerden Rusya ve İran'ın tavrı ile Türkiye'nin tavrı arasında çok önemli fark var... Bu yüzden illa imza metninin altında Suriye hükümeti de olsun denmeden bu antlaşma yapıldı. Buna da Suriye hükümeti itiraz etmedi.
Böylece sorunu çözmek için taraflar, eski tavırlarınının dar kıskacına girmeden, akan kanı durdurmak maksadı ile önemli bir esneme yaptılar. Çünkü esas barıştır...
9 Ocak ve ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ meselesi
İşte bu noktadan hareketle 9 Ocak zirvesine yaklaşmak isterim. Şimdi özellikle Güneyde bir tartışma var. "9 Ocak zirvesine Kıbrıs Cumhuriyeti de katılmalıdır" tezi içte tartışmaya sürüldü.
Buna göre, "Güvenlik ve Garantiler görüşüleceğine, yani uluslararası antlaşma ele alınacağına göre, bu antlaşmanın altında imzası olan Kıbrıs Cumhuriyeti de orada temsil edilmelidir" denmektedir. Ancak mantıklı görünse de bu tez çok tartışmalıdır.
Çünkü o antlaşmanın altında Makarios ve Dr. Fazıl Küçük'ün imzaları var. İkisi de hayata gözlerini yumdu. Ama adlarına imza attıkları toplumları hala var ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucusudurlar. Ama bu toplumlar, 1964'ten beri sorunludurlar. Üstelik de 9 Ocak zirvesine yol açan temeli oluşturan 11 Şubat 2014 ortak belgesinin ilk cümlesi de," bugünkü durum sürdürülemez ve kabul edilmez" diye başlar.
Bu günkü durum da nedir? 1964 ve 1974'te oluşan statükolardır.
1964 statükosu…
Evet, 1964 BM Güvenlik Konseyi kararı Makarios'u Cumhurbaşkanı olarak kabul etti. Ama o karar, Dr. Fazıl Küçük'ün de Cumhurbaşkan Yardımcısı olduğunu ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki toplumlu yapısını da reddetmedi. "Zorunluluk Doktirini" temelinde BM Barış Gücü adaya gelsin ve akan kan dursun diye Makarios hükümetini yasal olarak kabul etti. Ama bozulan demokratik meşruiyet de onaylamadı. Bu yeniden oluşsun diye, toplumlararası görüşmelerin yapılmasını BM kabul etti.
Yani, Kıbrıs Cumhuriyeti yasaldı, ancak demokratik meşruiyet sakatlanmıştı. Günümüzde ise demokratik meşruiyet, hele AB üyesi olduktan sonra temeldir.
Arkasından 1974'ü yaşadık.
Evet, Kıbrıs Türk tarafı olarak ondan sonra, "Kıbrıs Cumhuriyeti öldü, gömüldü ve Kıbrıs sorunu artık çözüldü" dedik. Ama 1977 Doruk Antlaşması da yapıldı. Eski temel üzerinden, fakat oluşan yeni zemin temelinde, şimdi yaşamayan iki liderinin Makarios ve R.R Denktaş'ın imzaları ile bu yapıldı. Esası da iki bölgeli, iki toplumlu federasyon temelinde birleşik demokratik Kıbrıs'ın oluşması için bu antlaşma imzalandı.
Kısacası 1964'ten itibaren Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasası buzluktadır. 1974 statükosu ise tartışmalıdır.
9 Ocak Cenevre zirvesine; "bugünkü durum sürdürülemez ve kabul edilemez" cümlesi ile başlayan ve 1964 ile 1974 statükolarının aşılmasını amaçlayan iki toplumca imzalanan 11 Şubat 2014 ortak belgesi üzerinden gidiliyor...
Bu yüzden, "Güvenlik ve Garantileri" içeren o uluslararası antlaşmanın altında Kıbrıs Cumhuriyeti'nin imzası olması nedeni ile onun da buraya katılımı tezi, doğru değildir.
Çünkü aşılmak istenen noktalardan biri de 1964 statükosudur. Yani 1974 statükosunu farklılaştıracaksınız diye, diğer tarafa 1964 statükosunu kabul ettiremezsiniz.
Bu yüzden bu tez mantıklı gözükmüş olmasına karşın demokratik ve vijdani değildir. Çözüm bulma mantığı ve yaklaşımına da terstir.
Bu bakımdan, Türkiye, İran ve Rusya'nın Suriye konusunda çözüme ulaşmak için olgunlukla eski tavırlarını farklılaştırarak yaptığı antlaşmaya ayrıca barış ve çözüm için bu antlaşmada adı yazmadı diye Suriye hükümetinin de olayı reddetmemesi olgunluğunu örnek almak gerekir.
Yani barış için esas mesele, statü ve protokol tartışmalarında boğulmak değildir.
Bu yüzden Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki toplumlu yapısının bozulması ile oluşan tartışmalı ve sorunlu bir konuda şimdi çözüm arayışlarının en kritik bir zamanında bunun da temsili konusu üzerinden statü tartışması yapmak hatadır ve yanlıştır.