Birkaç gün önce Antonioni’nin (1912-2007) Beyond the Clouds adlı filmini izledim.
Kötü bir filmdi. Pretentious, Sesli Sözlük’ün çevrisi ile “kendisinde aslında olmayan bir şeyin var olduğu izlenimini vermeye çalışan” bir işti.
Ama hoş bir sahnesi vardı ve o sahnede anlatılan hoş bir anekdot.
Anekdotu genç bir adam, peşine düştüğü, kiliseye gitmekte olan güzel kadına anlatmıştı:
Bir arkeolog, onu dağın derinliklerindeki bir ören yerine götürmeleri için bir grup İnka ile anlaşmış.
Bir süre yürüdükten sonra İnkalar durmuşlar ve daha ileri gitmeyeceklerini söylemişler.
Arkeolog önce sabırsızlanmış, sonra öfkelenmiş.
Ama ne yaparsa yapsın İnkaları yerlerinden kıpırdatamamış. Bir süre geçmiş. İnkalar aniden hep birlikte kalkıp yüklerini sırtlamışlar ve gene yola koyulmuşlar. Arkeolog, şaşkın, bir açıklama istemiş.
“Çok hızlı yürümüştük,” demiş İnkalardan biri. “Ruhlarımız arkada kalmıştı. Bize yetişmeleri için mola verdik.”
Ruh var mı yok muyu bir tarafa bırakıp soralım mı acaba, ruhumuz arkada kalırsa ne olur diye?
Ruhsuz oluruz.
Ruhsuz olma durumu neyi içerir?
Türk Dil Kurumu ruhsuz kelimesinin anlamını “Cansız, güçsüz, etkisiz, miskin,” olarak veriyor.
Ali Püsküllüoğlu’nun Türkçe Sözlük’ü biraz daha fazla sıfat içeriyor: “Duygusuz, güçsüz, etkisiz, hareketsiz, neşesiz, cansız, anlamsız, renksiz, sönük.”
Ama galiba bu kelimelerin hiçbiri Peru yerlilerinin arkada bırakmak istemedikleri şeyi tarif etmiyor.
İnkaların kastettiği ruh şu olabilir mi:
“Hayatı hızlı yaşayarak kaybettiğimiz önemli şeylerin toplamı.”
İnkalar arkeoloğa ruhun ne olduğunu tarif etmediler. Neden kesinlikle ruhsuz yola devam etmek istemediklerini de.
Bu açıklamaların yokluğunda konuyu merak eden herkes, neden ruhun yuvasına geri dönmesine olanak sağlamak için yavaşlamanın, hatta durmanın şart olduğunu düşünmek durumundadır.
Kendi hayatıma bakınca ruhumun arkada kaldığı dönemler olduğunu görebiliyorum. Kendime sırt çevirdiğim, kendimden başkası olduğum dönemlerdi bunlar. Değersiz şeylere değer verdiğim, sahte amaçlar kovaladığım, kırıcı olduğum, zarar verdiğim ve aldığım yıllar.
Ruhum hiçbir zaman peşimi bırakmadı ve ne kadar süratlenirsem süratleneyim paçama yapışıp beni durdurmaya çalıştı.
Sonunda durdum ve ruhum beni yakaladı ve zaman zaman çekişsek de bir daha birbirimizden ayrılmadık.
İnsanın içi, uyuyan bir deniz gibi sakin olmalıdır. Hayat an iyi bu sükûnet içinde yaşanabilir. Bunu sağlamak kolay değildir ama mümkündür.
Yavaşlamak, önemliyi önemsizden ayırt etmek, yolun başlangıcıdır.
30 Nisan 2019 tarihli yazısı
“İnkaların kastettiği ruh şu olabilir mi:
“Hayatı hızlı yaşayarak kaybettiğimiz önemli şeylerin toplamı.” “ Her yazı bir şaheser. Ayrıca gazete yönetiminin eski tarihli bir yazı yayınlamasından da mutlu oldum. Hep bizimlesiniz Metin Bey. Işığınızla aydınlanmaya devam ediyor, sizi çok seviyor ve çok özlüyoruz…