Uruguay, Brezilya ile Arjantin arasına sıkışmış, nispi zenginliği nedeniyle “Büyük İstisna” olarak bilinen bir Güney Amerika ülkesidir.
Bu uzak ülkenin hikâyesini neden anlatmak istediğimi birazdan anlayacaksınız.
Fakirlik oranının yüzde 10 olduğu ülkede nüfusun yarıdan çoğu orta sınıftadır. Siyasi haklar ve özgürlükler konusunda Güney Amerika’da birincidir.
Dünyanın en küçük ve nüfus kesafeti en düşük ülkelerinden biri olan Uruguay neredeyse baştan başa meradır. Temel geçim kaynağı hayvancılıktır. Büyükbaş hayvan, insan oranı dörde birdir. Ülkeye “Şişman inekler cenneti” denmesinin nedeni budur.
En önemli özelliği, iyi yaşamaktan ödün vermeden fosil yakıtlardan uzaklaşabilmeyi becermiş olmasıdır.
Elektriğinin yüzde 98’ini yenilenebilir enerjiden elde eden Uruguay bugün dünyanın en “yeşil” ülkelerinden biridir.
Ülkenin küçük olması, nüfusun – toplamı 3.5 milyondur, okumuşluk oranı yüzde 95’tir ve sağlık sigortası herkese şamildir – büyük oranda başkent Montevideo’da yaşaması, Uruguaylıların bir ortak amaç çevresinde toplanmalarını kolaylaştırdı.
Ama eşitsizliği ortadan kaldırmadığı için de 1960’larda Güney Amerika’nın en ünlü şiddet örgütlerinden birinin doğmasına neden oldu. Tupamaros’un sloganlarından biri “Ya herkes dans edecek ya da hiç kimse dans etmeyecek,” idi.
1973’te, aynen Türkiye’de olduğu gibi ordu yönetime el koydu, meclisi dağıttı ve gene aynen Türkiye’de olduğu gibi neo-liberal bir ekonomik politika uygulamaya başladı.
Türkiye’ye benzer şekilde, 1980’e gelindiğinde 300 ila 400 bin kişi ülkeyi terke zorlanmış, her 500 kişiden biri hapse tıkılmış, birçoğu işkence görmüştü.
1982’de ekonomi iflas etti. Peso çöktü, ekonomi iki yılda yüzde 16 küçüldü. Sokaklar o kadar tenha idi ki insanlar “ülkeyi terk eden son insan ışıkları kapatsın,” diye dalga geçiyordu.
Ardından gelen on yıllarda Uruguay, yoksulluk ve işsizlikle boğuşadurdu. Ta ki 2009’da sürpriz bir lider seçinceye kadar. Bu bir zamanlar ekmekçi çırağı ve çiçek yetiştiricisi ve Tupamaros’un en ünlü liderlerinden biri olan José Mujica idi.
Mujica 1970’te bir banka soygunu sırasında yaralanıp yakayı ele vermişti. Hapiste geçirdiği 13 yıl esnasında iki kere kaçma girişiminde bulunmuş, işkence görmüş ve bir kuyunun dibinde uzun tecrit süreleri geçirmişti.
Seçildikten sonra, halkın refahına olan bağlılığı ve basit yaşam tarzı ile Mujica’nın halk kahramanlığı imajı daha da güçlendi. Çiçek yetiştirdiği çiftliğinde yaşamaya devam etti. Meclis’e Volkswagen Beetle’ını kullanarak gidiyordu. Maaşının yüzde doksanını hayır kurumlarına bağışladı. Cumhurbaşkanlığı sarayına yerleşmeyerek orasını fakir halka açtı.
Mujica’nın düşüncesine göre, enerji ve çevre krizlerinin arkasındaki gerçek neden “büyüme ve tüketimi artırma konusundaki kör takıntı” idi. Konuşmalarında halkını Uruguay’ın geleneksel değerleri olan alçakgönüllülük ve sadeliği kucaklamaya ve aşırı tüketimi reddetmeye teşvik etti.
“Gerçek devrim değişik bir kültürü benimsemektir: Daha az israfla yaşamak ve özgürlüğün tadını çıkarmak için daha çok zamana sahip olmaktır.”
Ülkelerin kaderini büyük oranda liderleri belirler. Biz dahil, çoğu ülkenin geri kalmışlığının nedeni kötü, hırsız liderlerdir.
Demek ki bugünkü Uruguay sosyalist düşüncenin bir eseri. Ve böyle bir ülke, böyle bir yaşam mümkün. Kapitalizm Dünya'yı haşat ederken, insanı insanlıktan çıkartırken, bunun aksini yaratmak hiç de zor değil. Liderler işte bu noktada başı çekiyorlar. Tabii insanca düşüncelere sahip iseler ve sizin de belirttiğiniz gibi, asıl işleri hırsızlık değil ise.