Yaklaşık, yarım asırdan beri sürdürülen toplumlararası müzakerelerde, Rum tarafının bizimle eşit siyasi ortaklıktan yana olmadığı açık bir şekilde anlaşılmıştır.
Rum tarafının gizlemek gereği bile duymadığı, değişmeyen hedefi, adanın kuzeyini de egemenliği altına almaktır.
Müzakerelerde, bizim her koşulda federasyon ve birleşme saplantımızdan yararlanarak talep ettikleri ödünler, egemenliklerini kuzeye yayabilmelerine olanak veren bir anlaşma yapmak çabasında olduklarını net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Kuşkusuz, bizim müzakerecilerin her koşulda birleşme saplantısından yararlanarak elde ettikleri ödünler nedeniyle, özellikle de Türk ordusunun ayrılmasını sağlamaları durumunda Rumlar, olası anlaşmayı Girit’te yaptıkları gibi enosis’e sıçrama tahtası olarak kullanacaklardır.
İşte bu art niyetleri nedeniyle Rumlar, hedeflerine ulaşmalarını önleyebilecek olan Türk ordusunun adada bulunmasını ve garanti anlaşmasının devamını istememektedir.
Sade vatandaşların bile bildiği Rum niyetlerine rağmen, garanti sistemi ile Türk ordusunun adadan ayrılmasının tartışmaya açılmasının kabul edilmesi, yapılabilecek hataların en büyüğüdür.
Bu nedenle müzakerelerde Türk tarafı olarak hiçbir koşulda garanti hakkımızdan ve Türk ordusunun adada bulunmasından ödün veremeyeceğimizi peşinen açıklamamız kaçınılmazdır.
Yakın geçmişte batılıların dayatması ile Girit adasında yapılan anlaşmadan sonra oluşturulan Türk –Rum ortak yönetiminin, Türk ordusunun ayrılmasından sonra bozulduğu ve oradaki Türklerin katledildiği unutulmamalı.
Ayrıca, 1960 ortaklık yönetiminin sadece 3 yıl yaşatılabildiği ve Rumların anlaşma koşullarının uygulanabilir olmadığını ileri sürerek bozduğu deneyiminden gerekli derslerin alınması kaçınılmazdır.
Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra sırf Türkiye’ye yakınlıkları ve Müslüman olmaları nedeniyle, Avrupa’nın göbeğinde yüzbinlerce Boşnak’ın katledilmesine Birleşmiş Milletler ile Avrupa Birliği büyük bir pişkinlikle seyirci kalmıştır.
Komşu ülkelerden Irak ve Suriye’de, savaş nedeniyle milyonlarca kişi ülkelerinden göç etmek zorunda kalmış ve Akdeniz adeta mezarlık olmuştur.
Halen İsrail’in Filistin Araplarının elinde kalan toprakları da almak için uygulamakta olduğu insanlık dışı baskıları, hiçbir uluslararası kuruluşun durduramadığı da biliniyor.
Rum tarafı, ulusal çıkarlarına hizmet etmesi nedeniyle müzakerelerin başlamasını ve ucu açık şeklide sürdürülerek devam edilmesini ister.
Çünkü müzakere masasında bizi oyaladığı süre içinde:
Kıbrıs Cumhuriyeti olanaklarından sadece Rum toplumunun yararlanmasının sürdürülmesi sağlanıyor;
İki toplumlu bir devlet olan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti adına, yabancı ülkeler ve yatırımcılar ile sadece Rum halkının çıkarlarına olan çeşitli anlaşmalar yapıyor;
Öte yandan da bizim Kıbrıs Cumhuriyeti olanaklarından yararlanmamız engellenmekte ve dayanaksız ambargolar ile cezalandırılmamızın sürdürülmesi ve Rumlarla birleşmek dışındaki çözüm seçeneklerinin gerçekleştirilmesi önleniyor.
Bu gerçekler ışığında normal olarak bizim de müzakerelere başlamak için, izolasyonlara son verilmesini, Rumların, KC adına yabancılarla hiçbir anlaşma yapmamalarını ve görüşmelerde yine anlaşma sağlanamaması durumunda devletimizin tanınmasını şart koşmalıyız.