Bunlardan biri geçenlerde Amerikan Savunma Bakanı Ash Carter bahsettiği “Ne savaş, ne barış” halidir.
Eskiden her şey siyah beyazdı. Savaş veya barış vardı. Şimdi ise devletler aynı anda hem savaş hem barış halinde olabiliyorlar. Bunun en iyi örneği Türkiye’dir. Türkiye Orta Doğu’da İran, Irak, Suriye ve Rusya ile aracılar vasıtasıyla savaş halindedir. Güney Doğusunda ise sıcak savaş var. Bu savaş ara sıra tebdili kıyafet yapıp, intihar bombacıları şeklinde ülkenin genellikle barış içinde olan yerlerine de uğruyor.
Amerika ile Suriye ve Irak’ta İşid ile savaşmakta olan müttefikleri için de benzer bir durum var. Savaş meydanı Orta Doğu ama Orta Doğu artık seyyar oldu, ne zaman nerede ortaya çıkacağı belli olmuyor.
Bir ikinci alışmamız gereken hal “İstikrar içinde istikrarsızlık” durumudur.
Bu da yeni.
Eskiden Türkiye’de hiçbir parti seçimlerde çoğunluk kazanamadığı, sık sık hükümet değiştiği için istikrarsızlık olurdu. Şimdi aynı parti sürekli olarak çoğunluk kazandığı için istikrarsızlık var.
Bu da bizi alışmamız gereken üçüncü hale getiriyor: Seçimlerin, hükümet değil rejim değişikliği için bir lisans olması haline.
1923’te Atatürk ve arkadaşlarının yaptığı gibi ve onların yaptıklarını ters çevirerek yeni bir cumhuriyet kurma süreci var.
Muhafazakarların, dindarların ve lümpenlerin egemen olduğu, geriye kalan herkesin dışlandığı, laik değil Sünni, Avrupalı değil Orta Doğulu bir Türkiye.
İleri değil geri giden bir Türkiye. Dostu olan değil yalnız, komşuları tarafından sevilen değil nefret edilen, sözüne güvenilen değil ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir Türkiye.
Bir başka hal, fütursuzca yalan söylemenin, gerçekleri saptırmanın bir yönetim biçimi haline gelmesidir. Bu, en çok, katıksız bir felaket olan dış politikada görülüyor.
Osmanlı sultanları ekonomi bilmedikleri, ticaretin önemini anlamadıkları, hukuku geliştiremedikleri, eğitime önem vermedikleri, iktidarı paylaşmanın faydalarını anlamadıkları ve genellikle modern dünyadan koptukları için imparatorluğu kaybettiler.
Eğer İmparatorluk yıkılırken Atatürk ve arkadaşları ortaya çıkmasalardı Türkiye Pakistan, Suudi Arabistan, Irak karışımı geri bir ülke olacaktı.
Cumhuriyetin kurucuları bu olasılığı bertaraf ettiler. Ancak huzurlu bir rejim kuramadılar. Çünkü Türkiye’nin Türklerden ve Kürtlerden, Sünnilerden ve Alevilerden ve birçok başka dini ve etnik azınlıktan oluşan bir mozaik olduğunu kabul etmediler. Buna uygun bir düzen kuracaklarına laik Türklerin hakimiyetinde bir rejim kurdular. Ama bu yetmedi.
Erdoğan ve arkadaşlarının ortaya çıkması bu eksikliğin bir sonucudur. Şimdi onlar da aynı hatayı başka bir biçimde yapıyorlar. Laik Türklerin hakimiyetini kaldırdılar, yerine Sünni Türklerin hakimiyetini getirdiler. Gene Alevileri ve Kürtleri ve artık en büyük azınlık haline gelmiş olan laikleri hiçe sayarak.
Bu da yürümez. Bu da çöker. Yeni bir düzen kurulur, ama tarifsiz acılar, yıkıntılar yaşandıktan sonra.