Günümüzde demokrasi deyince akla gelen Batı Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da geçerli olan liberal temsilî demokrasidir. Bu rejimlerin ‘’liberal’’ olmaları, oralarda seçilmiş iktidarların yönetim yetkisinin sınırlı olduğu anlamına gelir. Bu bir yandan yönetimin kapsamının konu bakımından sınırlı olduğu, yani kamusal kararlarla toplumsal hayatın her alanının düzenlenemeyeceği anlamına gelir. Öte yandan, sınırlı yönetim keyfiliğe yer bırakmayacak şekilde kamusal makamların yapabileceklerinin ve bunları yapma usulünün kesin kurallara bağlanmış olması demektir.
Bu sistemlerde hiçbir organ veya makam, halk tarafından seçilmiş olduğu veya uzmanlık bilgisine sahip olduğu gerekçesiyle yetkisinin sınırsız olduğu iddiasında bulunamaz. Onun içindir ki, liberal demokrasilerde insan hakları, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı ve denge-denetim mekanizmalarının varlığı hayatî önem taşımaktadır. Bu güvence ve mekanizmaları içermeyen bir rejime, sırf orada siyasî yöneticiler genel oyla seçiliyor diye demokrasi denemez. Daha doğrusu, yönetimin halk tarafından seçildiği bir rejime sırf kelime anlamı hatırına belki halâ ‘’demokrasi’’ diyebilirsiniz, ama bunun insanların değer verdikleri siyasî ideal anlamında demokrasiyle pek ilgisi yoktur.
Türkiye’nin anayasal devlet olma çabası aşağı yukarı bir buçuk asır geriye gitmektedir, demokratikleşme çabasının ise bir asrı aşan bir geçmişi vardır. Buna rağmen, yakın zamanlara kadar Türkiye her iki konuda da ne yazık ki sınırlı bir başarı elde edebilmiştir. Dahası, artık seçimlerin bile dürüst ve yarışmacı olmaktan çıktığına bakılırsa, AKP iktidarı Türkiye’de demokrasi adına başarı sayabileceğimiz hemen hemen hiçbir şey bırakmamıştır. Bugün itibariyle ülkemizde ne insan hakları ve hukukun üstünlüğü güvence altındadır, ne de kuvvetler ayrılığına ve ‘’denge ve denetim’’ mekanizmalarına yer veren bir sistem yürürlüktedir.
Türkiye’nin carî rejimi gerçekten de çoğunluk iktidarını frenleyip dengeleyebilecek araçlardan yoksundur. Esasen, denge ve denetim mekanizmaları ancak ‘’kuvvetler ayrılığı’’na dayanan bir sistemde işlevsel olabilir, oysa 2017 anayasa değişikliği ile bırakınız yasama ile yürütmenin birbirinden ayrılmasını, yargı bile ayrı ve bağımsız bir kuvvet olmaktan çıkmıştır. Aynı değişiklik iyi-kötü var olan diğer denetim ve denge mekanizmalarını da yok etmiştir. Tabiatıyla, bu durum bütün kamusal organ ve kurumlara vesayet eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim anlayışıyla ve yönetme tarzıyla tamamen uyumludur.
Bu yeni sistemde TBMM artık yürütme yetkisinin tek sahibi olan cumhurbaşkanını (‘’başkanı’’) etkili olarak denetleme araçlarından neredeyse büsbütün yoksundur. (Esasen, cumhurbaşkanını denetlemesi şöyle dursun, TBMM’nin yasama yetkisi bile önemli ölçüde budanmıştır.) Bu denetimsizlik durumu, siyasî iktidarın, parlamento içi muhalefet dahil olmak üzere genel olarak muhalefeti düşmanlaştırmış olmasıyla da tutarlıdır. Oysa, muhalefet ve eleştirinin varlığı demokratik rejimleri demokratik olmayanlardan ayırt eden en önemli hususlardan biridir.
Öte yandan, iktidara meşru olarak muhalefet edebilmek ve bu arada onun politikalarını eleştirebilmek için en başta ifade, basın ve toplanma özgürlüklerinin güvence altında olması gerekir. Kamu işlerinin gidişatı hakkında kişilerin çoğulcu bilgi ve haber kaynaklarına ulaşabilmeleri devlet karşısında eleştirel-aktif tutum geliştirebilmeleri için şarttır. Oysa, AKP iktidarı gitgide medyanın kısmî çoğulculuğunu kaldırarak onu büyük ölçüde kendisine bağımlı hale getirmiş, bu arada özellikle 2013 Gezi Olaylarından sonra yurttaşların ifade, örgütlenme ve toplanma özgürlüklerini fiilen kullanılamaz hale getirmiş bulunuyor.
Liberal-demokratik bir sistemin en önemli denge ve denetim mekanizması yargıdır. Yargının bağımsızlık ve tarafsızlığı bir liberal-demokrasinin vazgeçilmez esaslarındandır. Sistemin diğer kusurları ne olursa olsun, özerk olarak örgütlenmiş ve siyasî iktidardan bağımsız olarak işleyen bir yargının varlığı demokrasi için fevkalâde önemli bir güvence teşkil eder. Bağımsız yargı eliyle yapılan denetim çoğunluk yönetiminin zorbalaşma ihtimaline karşı yurttaşların en büyük güvencesidir. Bu arada, liberal-demokratik rejimlerde anayasa yargısı yasama ve yürütme organları üzerinde birer denge ve denetim aracı olarak işlev görürler.
Gelin görün ki, bugün Türkiye’de yargı bağımsız ve tarafsız olmaktan neredeyse tamamen çıkmış, bu arada Anayasa Mahkemesi de önemli ölçüde iktidarın kontrolüne girmiştir. Kısaca, halihazırda Türkiye tek bir kişinin denetimsiz ve dengesiz bir yönetimi altındadır.