banner564

Gözler yeniden bölgede

Doğu Akdeniz’de yaklaşık iki yılın ardından arama ve sondaj faaliyetlerinin 2022 itibarıyla hız kazanması bekleniyor

Gözler yeniden bölgede
banner598

Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle görece sakin bir dönemden geçen Akdeniz’de son zamanlarda yaşanan bir dizi gelişme gözleri yeniden bölge jeopolitiğine çevirdi.
Libya’daki gelişmeler, İkinci Karabağ Savaşı, İsrail, Mısır ve Türkiye’nin dış politika söylemlerindeki karşılıklı yumuşama, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) ziyaretinin ardından Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)-Yunanistan ikilisinin yanı sıra Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği’nin (AB) kimi yetkilileri tarafından yapılan açıklamalar ve son olarak Tunus’ta meydana gelen darbe girişimi bir süredir sakin olan Akdeniz sularında yeni hareketlenmelerin yaşanacağının işareti.
Bilindiği üzere GKRY, Kıbrıs Adası’nın güneyinde, tek taraflı ilan ettiği sözde münhasır ekonomik bölgesindeki (MEB) parsellerde ABD’li Exxon Mobil ve Nobel, Fransız Total, İtalyan Eni, Güney Koreli Kogas, Katar Petroleum, İngiliz British Petroleum (BP) ve İsrailli Delek ve Avner gibi petrol şirketlerine arama, araştırma ve sondaj faaliyetleri için ruhsat vermişti. Buna karşılık Türkiye de hem kendi kıta sahanlığında hem de KKTC’nin Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına (TPAO) ruhsat verdiği alanlarda, son yıllarda güçlendirdiği teknik ekibiyle araştırma ve sondaj faaliyetlerine başladı.
Bölgede değişen ittifaklar ve yeni aktörlerin sürece dahil olmasıyla zaman zaman yükselen tansiyon, Kovid-19 pandemisi nedeniyle yerini sakin bir ortama bıraktı. Nitekim pandemi kaynaklı ekonomik sıkıntılar nedeniyle geçtiğimiz yıl GKRY’nin sözde MEB’inde yapılması planlanan beş sondaj çalışması için erteleme kararı alındı. Son günlerde ise Exxon Mobil’in faaliyetlerine yeniden başlamak için hazırlandığı haberleri medyaya yansıyor. Diğer şirketlerin de sahadaki gelişmelere paralel olarak çalışmalarına başlamaları durumunda, yaklaşık iki senelik bir aranın ardından Akdeniz’i yeni gelişmelerin bekleyeceğini tahmin etmek güç değil. Bölgede asıl arama ve sondaj faaliyetlerinin ise 2022 itibarıyla hız kazanması bekleniyor.

İki devletli çözüm: Ada’da eşit statüde iki egemen aktör
Bu kapsamda Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türk heyetinin 19-20 Temmuz’da KKTC’ye gerçekleştirdiği ziyaret ve burada yaptıkları açıklamalar Kıbrıs meselesinin çözümünde KKTC’nin ve Türkiye’nin pozisyonunun bir kez daha vurgulanmış olması bakımından önemli. Zira son olarak 27-29 Nisan tarihlerinde Cenevre’de BM öncülüğünde gerçekleşen gayriresmi görüşmelerde Rum tarafının uzlaşıdan uzak tutumu KKTC ve Türkiye’nin yeni çözümler için ısrarcı olması yönündeki haklılığını ortaya koymuştu. Rum tarafının hazırlıksız katıldığı konferansta yeterli ortak zeminin oluşmaması nedeniyle görüşmeler sonuçsuz kaldı, ancak Cenevre toplantısı, KKTC ve Türkiye’nin Ada’da kalıcı bir çözüm için önerdiği “iki devletli çözüm” modelinin resmi kayıtlara geçirilmesi bakımından bir fırsat oldu.
KKTC ve Türkiye, Ada’da yaklaşık yarım asırdır federalizm modeli kapsamında yapılan yüzlerce görüşmenin her defasında sonuçsuz kaldığı gerekçesiyle, artık yeni modellerin masada olması gerektiği görüşünü savunuyor. Nitekim Ada’da İngiliz sömürge döneminin ardından kurulan ve yalnızca üç yıl süren Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti “macerası”, Rumların kendi siyasi hesaplaşmaları ve bugün de olduğu gibi maksimalist hedefleri nedeniyle sona ermişti. Aradan geçen yarım asırlık süreçte denenmiş ve başarılı olamamış bir planda ısrar etmek her şeyden öte rasyonel bir tutum değil. Dahası, Ada’da federal bir kültürün bulunmadığı da bir gerçek ve bu nedenle Rum tarafının bu yöndeki talepleri sahadaki realiteyle bağdaşmıyor. Rumların AB’yi arkalarına alarak atmaya çalıştıkları adımlar Ada’da adil, eşit aktörlü bir barışın geliştirilmesine engel teşkil ediyor. Öte yandan sürdürülebilir bir çözüm için işbirliği çağrılarını dile getirmeye ısrarla devam eden Türk tarafı ve Türkiye, bu bağlamda tüm aktörlerin masada olacağı uluslararası bir Kıbrıs konferansının düzenlenmesi çağrısından da vazgeçmiş değil.

Diplomatik temaslar başlayabilir
Bu kapsamda son dönemde bazı ülkelerin KKTC’yi resmen tanıyabileceğine dair haberler de gündeme yansıdı. Özellikle Azerbaycan, Pakistan ve bazı Türk cumhuriyetlerinin KKTC ile diplomatik temaslara başlayabileceği konuşuldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bilhassa Azerbaycan’la bu konuda görüşmelerin gerçekleştirildiğini dile getirdi.
Esasında KKTC 1983’te bağımsızlığını ilan ettiğinde, Türkiye’nin yanı sıra Bangladeş ve Pakistan tarafından da tanınmıştı. Fakat iki ülke dış baskılar nedeniyle bu kararlarından vazgeçmek zorunda kaldılar. Benzer baskıların bugün de yaşanabileceğini tahmin etmek güç değil. Fakat bölgede değişen güç dengeleri ve Türkiye’nin aktif dış politika adımları göz önüne alındığında geçmişe kıyasla bu hususta farklı sonuçlar elde edilebileceğini not etmek gerekiyor.

 KKTC'nin tanınması
Burada uluslararası hukuk bakımından “tanınma” konusunda farklı teamüllerin bulunduğunu ve siyaset bilimi açısından da oldukça tartışmalı bir mesele olduğu göz ardı edilmemeli. Aslında uluslararası hukukta bir devletin tanınması için gerekli temel şartları (sınırları belli bir toprak parçası, halk ve egemen bir otoritenin varlığı gibi) fiili olarak yerine getiren KKTC’nin tanınmasında hukuki değil, siyasi engeller bulunuyor. Bunun en çarpıcı örneği çözüme en çok yaklaşılan dönem addedebileceğimiz Annan Planı referandumu ve sonrasında yaşananlar. Aradan geçen süre zarfında gerçekleştirilen görüşmelerden bir netice çıkmamasının izahı da burada yatıyor. Benzer şekilde AB’nin referandum sonrası KKTC’ye verdiği sözleri tutmayıp GKRY’yi Birliğe dahil etmesi de oldukça tartışmalı, siyasi saikle alınmış bir karar. Bu nedenle bu hususta uluslararası aktörlerle işbirliğinin ve ittifakların önemine vurgu yapmak gerekiyor.

Maraş’ın açılması
Kıbrıs’a ilişkin son dönemde ses getiren bir diğer gelişme de KKTC’nin Maraş’ın yüzde 3,5’lik kısmında askeri bölge statüsünün kaldırılmasına ilişkin alınan “Maraş açılımı” kararı oldu. Karara Rum tarafı ve destekçileri tepki gösterdi, ancak burada Maraş’ın Rum tarafına devredilmesini öngören Annan Planı’na ezici çoğunlukla hayır oyu verenlerin de yine Rumlar olduğunu hatırlatmak gerekiyor.
Bir dönem Kıbrıs’ın en canlı bölgelerinden olan Maraş’ın 46 yıl kapalı kalarak hayalet şehre dönmesinin Türk-Rum fark etmeksizin Ada halkına hiçbir faydasının olmadığının altını çizmek gerekiyor. Zaten Maraş’ın Demokrasi Caddesi ve sahil kısmının bir bölümü geçen yıl halka açılmış, Rum turistlerin yanı sıra çok sayıda yabancı turist de bölgeyi ziyaret etmişti. Öte yandan Rum tarafının iddialarının aksine KKTC, Rumların da Maraş’taki mülklerine dönebilmelerine imkân sağlayacak bir süreç başlattı ve Cumhurbaşkanı Ersin Tatar başta olmak üzere en üst düzey yetkililer, özel mülkiyet haklarına hiçbir şekilde halel gelmeyeceğinin garantisini vererek uluslararası hukuka uygun bir süreç gerçekleştirileceğinin altını çizdiler…
 

Güncelleme Tarihi: 05 Ağustos 2021, 11:37
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner608

banner474