Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres’in BM. Güvenlik Konseyine sunduğu raporda, ‘Türk tarafının garantilerden vazgeçmeyi kabul ettiğini’ açıklanmasına hayret etmemek ve üzülmemek mümkün değildir.
Her ne pahasına olursa olsun, Rum ile birleşmeyi sağlayacak bir anlaşma, adadaki varlığımızı risk altına sokacak ve Rodos ile B.Trakya’daki Türklerinin kaderini paylaşacağız.
Aslında güneydeki yönetimin 200 bin kişilik milis gücüne sahip olması, İsrail’den en modern silah temin etmesi, yabancı ülkelerle askeri anlaşmalar yapması, müzakere döneminde bile Enosis’ten vazgeçilmediğini ortaya koyması karşısında, Kıbrıs Türk halkını temsil eden müzakere heyetinin, garanti anlaşmasının devamı yanında Türk ordusunun da adada kalması gerektiğini savunması gerekirdi.
Çünkü Garanti anlaşmasının kaldırılması ve Türk ordusunun ayrılması durumunda, katledileceğimiz, göç’e zorlanacağımız ve en iyimser tahminlere göre, Batı Trakya’da yaşayan soydaşlarımızın kaderini paylaşacağımız aşikardır.
1974’ten beri Kıbrıs’ta bulunan Türk ordusunun geçmişte sürekli olarak çatışan iki halkın barış içinde yaşamasını sağladığı ve aradan geçen zaman içinde Rum tarafına hiçbir olumsuz etkisi olmadığı inkar edilemez.
Olası anlaşmadan sonra da Türk ordusunun adada kalmasının ve garanti anlaşmasının devam etmesinin de, sadece barışa hizmet edeceği biliniyor.
Buna rağmen, Rum- Yunan ikilisi, Türk ordusunun adada kalması durumunda egemenliğini kuzeye yayamayacağı düşüncesiyle, ayrılmasını talep ediliyor.
Aslında Türk ordusu halen KKTC topraklarında bulunduğuna göre ve çözümden sonra da Rum bölgesinde değil, Türk kesiminde kalması söz konusu olduğuna göre, art niyetleri yoksa bu konuyu sorun yapmamaları gerekir.
Kıbrıs Türk halkının 1878’den sonra yaşadığı büyük acılar, Türk ordusunun fiili koruması dışında kağıt üzerinde verilecek garantilerin bile hiç bir anlam taşımadığını göstermiştir.
Ayrıca, Rumların yaşanan dönemde garantilerin çağdışı olduğu iddiasının doğru değildir. Çünkü halen bir çok ülkenin, hatta AB üyesi Almanya’nın bile garantörü vardır.
Sadece kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden Birleşmiş Milletler Daimi üyelerinin garantisinin de, hiçbir işe yaramayacağı biliniyor.
Girit’te de Rum-Yunan tarafı, Türk ordusunun ayrılmasını ve Türklerin güvenliğinin batılı emperyalist askerleri tarafından garanti altına alınmasını önermiş ve Osmanlı yöneticilerine kabul ettirmişti. Sonuçta oradaki Türkler katledildi ve Girit Yunanistan’a bağlanmıştı. Şimdi ayni oyun kabul ettirilmeye çalışılıyor. Müzakerelerde Türk tarafının, Girit senaryonun Kıbrıs’ta tekrarlanmasını kabul etmemesi gerekirdi.
Güneyde sergilenen Türk düşmanlığı ve sık sık güneye giden Türklere saldırılması, Rumların geçmişteki acı olaylardan ders almadığını ve pişman olmadığını gösterir.
Rum çıkarlarını destekleyen Avrupa Birliğine de güvenmemiz için mantıklı ve haklı bir gerekçe gösterilemez. Bu koşullarda Türkiye’nin fiili garantisinin tartışılması bile doğru olmaz.
Birleşmiş Milletlerin koruması altındaki Srebrenitsa’da Boşnakların katledilmesine göz yumulması, Suriye ve İrak’daki olaylar, Lozan ve 1968 mutabakatına rağmen batı Trakya’daki Türkler’e yapılan baskılar, Kıbrıs Cumhuriyeti olduğu iddia edilen güneyde yaşayan Türklere anayasaya aykırı olarak ana dillerinde eğitim hakkı tanınmaması karşısında, müzakerelerde bizi temsil edenlerin, sırf anlaşma yapılabilmesi amacı ile garanti anlaşması ile Türk ordusunun ayrılmasını hiçbir koşul ve nedenle kabul etmemesi gerekirdi.