Görevde olduğum dönemde; ‘hedefimiz, yerel gelir ile giderlerini karşılayabilen ve Türkiye desteğini yerel katkının üzerine ilave ederek, ayaklarımız üzerinde durmaktır’ açıklaması yapmıştım.
Bu açıklamadan sonra, saygı duyduğum ve Kıbrıs’ı, insanını seven dönemin Türkiye Büyükelçisi Sayın Aydan Karahan ile resmi görüşmemiz vardı. Görüşme sonrası bana; ‘duyduğum doğru ve özlü bir açıklama. Ancak iki farklı ve bir birine ters odaktan tepkiler alacaksın. Biri, bunun niyeti, Türkiye ile ilişkileri bitirmek; diğeri ise, Türkiye’den cari harcamalar için hazır para gelirken bunu darbeleyecek, diye tepki geliştirecek‘ dedi. Tespitlerine katıldığımı, ancak “bunu yakmak" gerekir dedim.
Nitekim bir müddet sonra o tespitlerin yansımalarını bizzat yaşadık. Bir birine zıt odakların, ortak hedefi olduk. Vesayet rejiminin üniformalı en yetkililerinin, ciddi altyapı ihalesi kazanan müteahhitleri kazandıkları kamu ihalelerini, “Zamanında bitirmeyeceksin“ diye baskı altına almaya çalıştıklarını yaşadık, ancak onlarla güya tam ters fikirde olan bazı sivil toplum örgütü mensuplarının da, bizzat yüzümüze, “Biz Türkiye’nin sınır bekçisiyiz, bu nedenle ne bu, ayakları üzerinde durmak, gidip Türkiye’den cari harcamalar için para isteyeceksin” dediğini da kulaklarım ile duydum.
Ancak yılmadık, devam ettik. Bu nedenle 2004-2008 arası kamu kaynakları ile (Türkiye Yardımları+ Yerel Kaynaklar Toplamı) yapılan yatırımların GSMH’ye oranı, toplamda %20 oldu. Aynı dönemde her yıl da kamu yatırımlarının GSMH oranı, minimum %5 oldu. Bunun üzerine yerli ve dıştan gelen özel sektör yatırımlarında da artış gelişti. Eşi benzeri görülmemiş bir büyüme içine girdik. Ancak ilk baştaki tespit tamamdı. Bu iki odağın ortak hedefi olduk. Somut yansımasını ise, 2009 seçimlerinde; “Türkiye’den en iyi parayı ben alırım“ diyeni bunların birlikte desteklemelerinde gördük.
2009 ile birlikte, günümüze kadar gelişen süreçte kamu yatırımlarının, GSMH’ye oranı en iyi yılda, %3’ü aşamadı. Yerel katkı da sıfırlandı. Bu hal, özel sektör yatırımlarının da hız kesmesine yol açtı.
Bugün, “Kendi ayaklarımız üzerinde durmamız gerekiyor” sözünü farklı kesimlerin ifade etmesinden çok mutlu oluyorum. Bunu, “Geçti borun pazarı, sür eşeğini Niğde'ye" demeden ele almalıyız.
Bakın açalım. DPÖ'nün, 2018 Ödemeler Dengesi hesaplamalarına baktığınızda şunu görürüz. Turizmden gelen gelir; 912.4 milyon dolardır. Yükseköğrenimden gelen ise 789 milyon dolardır. Diğer görünmeyen kalemler gelirinden net olarak gelen gelir ise 935 milyon dolardır. Aynı yıl içinde Türkiye’den gelen Krediler ve Yardımların Toplamı, 100.8 milyon dolardır.
Bir düşünün, turizm gelirini 1,5 milyar dolara, yükseköğrenimden gelen geliri 1 milyar dolara çıkartsak. Diğer görülmeyen gelirler kalemini de 100- 150 milyon dolar daha artırsak. Bu gelişmenin üzerine Türkiye’den gelen destekleri de eklersek; altyapıya; sağlık, eğitim ve yollara ne kadar çok yatırım yapabiliriz? Tarıma, sanayiye, esnafa ne kadar daha çok destek sağlayabiliriz?
Bu imkansız değildir. Yeter ki bu anlayışın altını doldurabilelim. Bunun için gereken, turizm ve yükseköğrenim alanları ile barışık olmaktır. Hem bu sektörlere dönük toplumsal bakışta, hem de bu sektördeki aktörlerin topluma bakışında barışıklık gerekir. Siyaset alanı, bu köprülerin kurulmasının en önemli yaratıcısı olmalıdır. Büyük küçük demeden, bu sektörlerin tüm aktörlerinin kendi içlerinde ve tümünün de toplum ile ortak paydalarda buluşmasını sağlamak siyasetin görevidir. Bu alanlarda böylesi hedeflerle hareket edebilirsek en önemli sorunumuz olan Kıbrıs sorununun çözüm sürecine de en büyük katkıyı yaparız. Bunlar ulaşılabilir hedeflerdir. Diğer makalelerimde de bu mantıkla, turizm ve eğitimde bizden kaynaklanan akıl tutulmasına dönük yaklaşım ve uygulamaları ele alacağım.
Turizm, yükseköğrenim ve Kıbrıs sorunu
- 25 Kasım 2019, 09:44
- 107
YORUM EKLE
Yorumunuz Onaylanmak Üzere Gönderildi