Saat ona geliyor.
Yumuşak, dalgın bir yağmur düşüyor.
Sessizliği bozmuyor da ona ekleniyor, gecenin akşama eklenmesi gibi.
Ağaçları yıkıyor. Toprağı besliyor.
Damlası hangi yaprağın üzerine düşerse o yaprağı titretiyor.
Kiremitlerden kayıyor, oluklardan iniyor.
Derelerden akıyor.
Denizin yüzeyinde kabarcıklar yaratıyor.
Kedileri kaçırıyor.
Arabaları yıkıyor.
Toprak renkli birikintiler yapıyor.
Kuşların tüylerinden akıp gidiyor.
Kökleriyle hüüüp diye suyunu emen ağaçların her hücresine işliyor.
Damlaları yaprakların ucuna tutunup parlıyor, babasının boynuna sarılıp ayaklarını aşağı sarkıtan küçük bir kız çocuğu gibi.
Yağıyor ve karşılığında bir şey istemiyor.
Bahçemi doyurup beni mutlu ediyor.
Karşılıksız verilen şeylerin en cömerti.
Tekrarlanan bir mucize.
Ne eski ne yeni. Ne genç ne yaşlı.
İnsanların, rejimlerin, çağların üstünde.
Deniz gibi daimi.
***
Sarı işçi yağmurluğumu giyip şapkamı elime alıyorum ve arabama binip Lapta sahil yolunda yürümek için çıkıyorum. Hafta sonu olduğu için trafik hafif. Acele etmeden gidiyorum.
Kurşuni ile beyaz arasında değişen, ince veya dağ gibi bulutlar, gökyüzü deniz, onlar tekne imiş gibi yürüyor.
Sıradağın arkasında boydan boya bir bulut silsilesi var. Deniz, dağ, bulut; üçü bir arada o kadar güzel ki insanın içini yaşam sevinci ile dolduruyor. Aklıma eski tenha ve temiz günler, mantar ve çam kokan ıslak dağ yürüyüşleri geliyor.
Tenhadan kalabalığa, temizden kirliliğe olan yer değiştirme ve durup nefes almadan daha kalabalık ve daha kirliye doğru yolculuk çok kısa sürdü. Ama şu anda ne bunu ne de başka iç çökertici şeyleri düşünmek istiyorum.
Yağmur çiselemeye başlıyor. Saçlarıma ve yüzüme düşsün diye şapkamı çıkarıyorum.
OKUYUCULARIMA NOT: Yılbaşı dolayısıyla yazılarıma kısa bir ara vereceğim. Bundan sonraki yazım 11 Ocak’ta çıkacak. Mutlu yıllar dilerim.
Yağmur berekettir. 20 gün "kısa bir ara" değildir. Yazılarınızın özleneceği kadar uzundur. Herkese iyi yıllar.