banner564

Tahtakale ve umursamazlık

   İnsan yaşamında bazı olaylar vardır ki; aradan onlarca yıl da geçse onları unutamazsınız...

   Özellikle de can ve mal güvenliğinize yönelik saldırıları...

   O saldırılar yüzünden yaşadığınız korkuları...

   Anne ve babaların sıkıntılarını...

   İsteseniz de unutamazsınız...

   Özel yaşamınızda iz bırakan bir kadın veya bir erkek nasıl unutulmazsa;  tehdit içerikli olaylar da unutulamaz...

   Konuyu Lefkoşa’nın Tahtakale bölgesine getiriyorum...

   Henüz 5 yaşındasınız...

   Bir akşam vakti; Rum komşunuz evinizin kapısını çalıyor...

   Ve babanıza uyarıda bulunuyor:

   “Hüseyin, bu akşam bizimkiler, Türklerin evlerini basacak...Kapıları kilitle, çalan olursa da açma...”

   Babanız kapı arkasına mertek çakmaya başlıyor...

   Beş yaşındaki çocuk olarak bunları korku ile izliyorsunuz...

 

Donma pahasına yatak altında

 

   Soğuk bir kış gecesi...

   Evinizi bastıkları zaman sizi bulamayacakları düşüncesiyle yatağın altına giriyorsunuz...

   Ve orada uyuya kalıyorsunuz...

   Çocuk aklı bu...

   Sabahleyin anneniz sizi donmuş vaziyette buluyor...

   Bunun nasıl bir travma olduğunu, savaş görmemiş, şiddetle tanışmamış  insanlar anlayamaz...

   Ama bizler çok büyük acılar yaşadık...

   Çok kötü günlerden geçtik...

   Çocukluğumuz acılarla doludur...

   Annelerimizin, babalarımızın bizleri koruyabilmek için neler çektiğini her geçen gün daha iyi anlayabiliyoruz...

   Kuşkusuz; 1963-1974 arasında çektiklerimizin belki daha şiddetlisini Rumların da çektiğini biliyor ve onlar adına da üzülüyoruz...

 

Anlatmak ve tekrarını önlemek gerekir

 

   Ama yaşanan tüm acıları tek taraflı değil, karşılıklı olarak anlatmalı ve gelecekte benzerlerinin yaşanmayacağı bir güvenlik ortamı oluşturmak zorundayız...

   Yaşananları tek taraflı anlatmak doğru değildir...

   Yani Kıbrıs meselesinin 1974’te başladığını iddia etmek, insanlık açısından utanç vericidir...

   Bu gerçek dışı iddiayı çürütmek; Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin en önemli sorumluluğudur...

   “Bırakın artık 1963’ü” diyenlerin peşinden sürüklenemeyiz...

   Kısa bir süre önce Ermeni Manastırı’nın berbat halini ‘objektif gazetecilik anlayışıyla’ yansıttığımız gibi, güneyde kalan dini eserlerle ilgili gerçekleri de gündeme getirmeliyiz...

   İki gün önce Lefkoşa’nın Tahtakale mahallesindeki camide yarım asırdan sonra ilk kez öğle namazı kılındı...

   Müftümüzle birlikte ya 5, ya da 6 kişilik bir görüntü ortaya çıktı...

   Halbuki; Tahtakale’den göç etmiş, ailesiyle birlikte büyük acılar yaşamış din adamlarımız vardır...

   Kıbrıs gazetesinde Cuma Sohbetlerini yazan Oğuz Metiner abimizin bile haberdar edilmemesi; organizasyon ve doğru siyaset açısından ne kadar beceriksiz ve başarısız olduğumuzun en somut örneğidir...

   Halbuki; çok sayıda insanımız Tahtakale göçmenidir...

   O bölgede şehitlerimiz vardır...

   EOKA tarafından bombalanmış Tahtakale ve Ömerge Camileri, yıllar sonra Birleşmiş Milletler’in mali katkılarıyla restore edildi...

   Rumlar; kuzeydeki bir kilisede dini ayin yapılacağını haftalar öncesinden duyuruyor ve kalabalık bir katılım ile bunu gerçekleştiriyor...

   Bu şekilde sürekli 1974’ü anımsatıyorlar...

   Bizler; 50 yıl sonra Tahtakale Camisi’ne giderken, bunu halkımıza duyurmuyor, örgütlü bir hareket sergileyemiyoruz...

   Üzücü de olsa itiraf etmek zorundayız:

   Kendi kendimize ihanet ediyoruz!!! 

 

YORUM EKLE

banner471

banner473