banner564

Sorunlarımız ve Sorumluluklarımız

 
Toplum içerisinde yaşayan insanlar arasında huzur ve mutluluğun sağlanabilmesi için bireylerin, hak ve yükümlülüklerini bilmeleri ve sorumluluk bilinci içerisinde bunun gereğini yerine getirmeleri gerekir. Sorumluluk bilinci önce kişinin kendisine karşı sorumluluğunu bilen insan, ailesi ve topluma karşı olan sorumluluğunu da yerine getirebilir. Yüce Allah ayet-i kerimede "İnsan başı boş bırakılacağını mı sanır?  buyurmaktadır. Bu ayet-i kerime ile insanın sorumluluk sahibi olduğunu "Nihayet o gün dünyada yararlandığınız nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz"   ayet-i kerimesi de kendisine başta akıl olmak üzere verilen sayısız nimetlere karşılık insanın da gücü nispetinde yerine getirmek zorunda olduğu belli yükümlülükleri olduğunu ifade etmektedir. Toplumları derinden sarsan sayısız sorunun yaşandığı günümüz dünyasında, insanlık onuruna yakışır aydınlık geleceğin inşası için hepimize görev ve sorumluluklar düşmektedir. Dünya genelinde insanlığın geleceğini tehdit eden açlık, fakirlik, işsizlik, çevre kirliliği, doğal afetler, sosyal adaletsizlik, fırsat eşitsizliği, ahlaki çöküntü, manevi kirlenme, madde bağımlılığı, inançsızlık, zulüm, yolsuzluk, yetersiz sağlık koşulları, tarihi ve kültürel değerlerin yok edilmesi, ve benzeri problemlerin yanı sıra çağımızın vebası niteliğinde olan insanlar arasındaki diyalogsuzluk, hoşgörü ve tolerans eksikliği, farklı fikirlere,  farklılıklara karşı olan tahammülsüzlük ve farklılıklarla bir arada yaşama konusunda yaşanan şiddet ve terör gibi sorunlarla iç içeyiz.  Tüm bu toplumsal sorunların başında sahip olduğumuz değerlerin farkına varamayışımız ve hayata geçiremediğimizdendir. Bugün, insan potansiyelini geliştirme adına ortaya çıkan psikoterapi yöntemlerinden, ekolojik sorunlara ve uyuşturucu ile mücadeleye varıncaya kadar belki de tüm dünya toplumları, dinin müdahalesine, katkısına ihtiyaç duymaktadır. İslam dini tüm bu toplumsal sorunlarımıza deva olacak ve çağdaş dünya için yeni dini formlar üretebilecek dinamik bir dindir. Bu itibarla yüce dinimizin emir ve tavsiye ettiği paylaşma ve yardımlaşma gibi prensiplere kulak verip, birbirimize karşı yerine getirmemiz gereken bir takım sorumlulukların bilincinde olarak, omuz omuza vermeli hayatı acı ve tatlısıyla, daha yaşanabilir kılmalı sosyal yardımlaşma ve paylaşmayı temel alan bir hayat tarzını sürdürmeli, mutlu ve huzurlu yarınlara hep birlikte koşmalıyız.  Sosyal dayanışma ve bütünleşmeyi sürdürebilen toplumların başarılarından, bir arada yaşamayı başaramayarak sosyal çözülmeye maruz kalan toplumların  ise  tarih  sahnesinden silinerek yok oluşlarından bahseden örneklerle doludur. Dinî, millî ve bir bütün olarak kültürel değerler etrafında bütünleşme, ortak ülkülerle bir arada yaşama, toplumların geleceği ve bekası için tarihî bir zorunluluktur.  İnsanlar arası ilişkilerin sadakat, samimiyet ve güven üzerine kurulduğu toplumlar, geçmişi doğru değerlendirip geleceğe cesaretle bakabilirler. Üyeleri  arasında birlik-beraberlik, samimiyet, güven ve toplum içinde bir arada yaşama tecrübesinin geliştirilip  yaşatılamadığı  ya  da  ortak  kültürel  mirasın  gelecek  kuşaklara  aktarılamadığı toplumlar ise, güvensizlik ve kaosla mücadele etmek zorunda kalırlar. Böyle toplumlar geçmişten  ders  almayı  başaramadıkları  için  gelecek  hakkında  doğru  bir  öngörüde  de bulunamazlar. Esasen insanlarının geçmiş ile gelecek arasında güvenli bir bağ kurmakta zorlandığı bir toplumun coğrafî varlığından söz edilse bile, toplumsal, kültürel varlığı, başka bir ifadeyle, istiklâl ve istikbali tehlikede demektir. Bu çerçevede, Hz. Peygamber’in Müslüman tanımında öne çıkan temel kavramlardan birinin güven olması, bireysel ve toplumsal huzur, güven ortamının varlığının, toplumların sosyo-kültürel bütünleşmesi ve bekası için ne denli önemli olduğunu göstermektedir: “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden kendini güvende hissettiği kimsedir”. Hz. Peygamber’in Müslüman tanımını, bir kez daha, tarihsel ve kültürel tecrübemizle birlikte düşünmeli ve tarihin tekerrür etmemesi için ondan gereken dersleri çıkarmakta gecikmemeliyiz. İslâmiyet’in getirdiği bu yeni toplum/bir arada yaşama modelinde insanlar arası ilişkiler nesep ve soy üstünlüğü esasına göre değil, Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in sünnetinde ifadesini bulan temel insanî/dinî değerlere, ilkelere göre belirlenmiştir.  Bu sorumluluğumuzu iyi kavrayıp yerine getirebildiğimiz ölçüde Peygamber Efendimizin olgun Müslüman toplumu tasvir ettiği "bir uzvundaki acıdan bütün uzuvların ızdırap duyduğu bir vücuda" benzetmesini anlamış, bu teşvike ve övgüye layık olmuş oluruz. 
YORUM EKLE

banner471

banner474