Sibylline Kitapları ile ilgili ilk yazılı bilgiye Aulus Gellius adlı Romalı yazar ve dil bilginin Noctes Atticae (Attic Geceleri) adlı kitabında rastlıyoruz.
Gellius, Milattan Sonra İkinci Yüzyıl’da yaşadı ve öldü. Ama Sibylline kitaplarının öyküsü ondan en az 600 yıl öncesine dayanır.
Gellius şöyle yazar:
Kimsenin tanımadığı yaşlı bir kadın Milattan Önce Beşinci Yüzyıl’da Roma krallarının sonuncusu olan Tarquin’e dokuz kitap getirir. Kitaplar tanrıların kehanetlerini içermektedir ve arzum onları satmaktır, der.
Tarquin fiyatını sorar. Kadın “devasa ve fahiş” bir fiyat söyler.
Tarquin güler ve kadının bunamış olduğunu düşünür.
Kralın alaycı tavrı kadının gözünden kaçmaz. Kitapların üçünü yanmakta olan mangala atar ve küle çevirir. Krala geriye kalan kitapları aynı fiyata alıp almayacağını sorar.
Tarquin daha da çok güler ve kadının aklını kaçırmış olduğuna hiç şüphesi kalmadığını söyler.
Kadın üç kitabı daha yakar ve sakin bir biçimde geriye kalan üç kitabı başında söylediği fiyata elden çıkarmaya hazır olduğunu söyler.
Bunun üzerine Tarquin “ciddileşir ve kadının kendine güveninin ve sebatının ciddiye alınması gerektiğine karar verir.” Yanmaktan kurtulan üç kitabı kadının ilk telaffuz ettiği fiyata satın alır.
Tarquin’in yanından ayrıldıktan sonra kadını bir daha kimse görmez.
Sibel’in, kâhin kadının, kitapları saklanmak üzere “Sibylline” olarak anılacak olan bir tapınağa yollanır ve kilit altında tutulur. Devletin başı sıkıştığı zamanlarda kitaplara başvurulur.
Bir zaman sonra kitaplar bir yangında yok olur. Bundan sonra “Sibel’in Kitapları”nın öyküsü bilmemiz gerekmeyen upuzun ve karmakarışık bir hâl alır ve günümüze kadar gelir.
Ama kitapların ne içerdiği, kehanetlerin bir tanesi bile bilinmez, işe yarayıp yaramadıkları da.
Bu konuda birçok hikâye anlatılır.
Katherine Rundell’in Golden Mole (Altın Köstebek) adlı kitabından aldığım (onun da başka bir yazardan aldığı) ve Perşembe günkü yazımda biraz değiştirerek anlattığım, bu hikâyelerin sonuncusudur.
Hikâyeyi naklettim çünkü içerdiği ders bugün için de geçerlidir. “Bugün” den kastım, iklim değişikliği nedeniyle insanın sonunun hazırlanmakta olmasıdır.
Bu olasılığı değiştirmek elimizdedir. Ne yapılması gerektiği bütün ayrıntıları ile mevcuttur ve bu bilgi, altınsız, herkese açıktır. Ama gidişat bu sonucu önlemek değil hızlandırmak yönündedir.
Felâketin oluşmakta olduğu kesin ise ve önlemek için anlamlı bir şey yapılmıyorsa, bir nedeni olmalı. Ne olabilir?
Sibel, yani dişi kâhin, kasabaya yeryüzündeki bütün bilgileri ve bilgelikleri satmak için gelmişti. Kasabalılar satın almayı reddetti. Kadına inanmadıklarından değil altınlarından ayrılmak istemedikleri için. Bilgeliksiz ve bilgisiz pekâlâ yaşayabilirlerdi ama altınsız… İmkânsız.
İklim değişikliği ile savaşılmamasının nedeni de aynıdır. Rahattan ve paradan taviz verilmek istenmiyor. Aptallıkta, vurdumduymazlıkta, bencillikte ısrar ediliyor. Altınlardan vazgeçilemiyor.
Sonunda kasabalılar pişmanlık duymuşlardı. Ama iş işten geçtikten sonra.
Sibel kasabadan ayrılıp sonuncu kitabı açtıkları zaman içinde sadece bir cümle buldular: “Geç kaldınız.”
Kasabanın öyküsü insanlığın öyküsüdür.
24 Aralık 2022 Cumartesi tarihli yazısı…
Öncelikle bu yaşadığımız günler için anlamlı bir yazı seçimi olmuş Diyalog Gazetesi. Yalnız bu yazının ilk yayınlanma başlığı :”Sibel’in kitaplarının anlamı” başlığı neden değiştirdiniz anlamadım. Ve bu yazının altına Metin Bey şöyle bir not düşmüş :” NOT: Yazılarıma bir süre ara vereceğim. Bundan sonraki yazım 14 Ocak’ta çıkacak. Herkese mutlu yeni yıllar.” Ve alttaki yorumlar Metin Bey’in yeni yılını kutlayan okuyucu yorumları ile dolu. O mesajlar o kadar kalbime dokunup hüzün verdi ki, bir kere daha o eski günlere döndüm ve Metin Bey’i ne kadar özlediğimi farkettim…