İnsan ya tesadüflerin sonucu, ya da uzun yıllar çalışarak çok büyük bir zenginliğe kavuşabilir...
İstediğini satın alabilecek bir güce erişir...
Ama önemli olan bu gücü koruyabilmektir...
Onun için de hesapsız işler yapmamalı insan...
Uzun vadeli hesaplar yapmalı, kendini ve çevresini de düşünerek hareket etmeli...
Yoksa o büyük zenginlik bir anda yok olabilir ve sonrasında büyük sıkıntılar başgösterir...
Kişilerde olduğu gibi devlet yönetimlerinde de uzun vadeli projeler üretmek ve ülke çıkarlarını herşeyin üstünde tutabilmek çok önemlidir...
Devletin geleceği, insanların refah ve mutluluğu ile doğrudan ilişkilidir...
Yani o ülke insanı, kendi yönetiminden ne kadar memnun ve yaşamında ne kadar mutlu ise, o devletin geleceği daha parlak olur...
Bunun aksi, birçok arap ülkesinde yaşandığı gibi iç savaş ve ekonomik iflastır...
Rumlar nasıl beceriyor
Kıbrıslı Rumlar 1974 yılında büyük bir faleket yaşadı...
Yaklaşık 200 bin kişi evini, köyünü, kentini terk etmek zorunda kaldı...
Servetleri yok oldu...
Ama iyi bir yönetim sayesinde bu sıkıntıyı atlatarak, yeniden başarı şansı elde ettiler...
İki yıl önce kendilerinden kaynaklanmayan büyük bir kriz daha yaşadılar...
Bu kriz,Yunanistan’ın ekonomik açıdan iflas etmesiyle birlikte geldi...
Kıbrıslı Rumların bankalardaki mevduatlarının büyük bir kısmı Yunan devlet tahvillerinde kullanıldığı için Anavatanla birlikte onlar da iflas etti...
Ama bu büyük krizi de atlatmak için büyük bir çaba harcıyorlar...
Her kademede tasarruf yaparken, yabancı yatırımcıları ülkeye getirebilmek için adeta çırpınıyorlar...
Ve ruhsal tedavi
Bizler, Rum Ortodoks Kilisesi’ni çok eleştiriyoruz...
Neden?..
Siyasete karışıyor da ondan...
Ama bu hareketin temelinde Kıbrıslı Rumların çıkarlarını korumak vardır...
Bunu yaparken, fakir Rumlara yardım kapanyasında öncülüğü üstleniyor, ayrıca ruhsal açıdan çökenleri iyileştirecek her türlü önlemi alıyor...
Ve bir taraftan siyasi partiler, diğer yandan kilise, “bir gün evlerimize, köylerimize döneceğiz” sloganıyla Kıbrıslı Rumlara sürekli moral pompalıyor...
Geçtiğimiz hafta sonu Gazimağusa’da bir dini ayin yapmaları bile, Rumların büyük bir çoğunluğunda ‘geriye dönüş’ umutlarını kuvvetlendirdi...
Yaklaşık 5 bin kişi katıldı bu ayine...
Geri dönüş için mumlar yakıldı, dualar edildi...
Biz de Limasol’a mı gidelim
Yaşanan bu gerçekler karşısında bazı Kıbrıslı Türkler “biz neden güneydeki camilerde ibadet yapmıyoruz” diye sormaya başladı...
Kuzeydeki camilere gitmeyen insanlar, güneydeki camilere nasıl gidecek?..
Limasol, Larnaka ve Baf’taki camilere gidip, orada dua edilmesini bir kenara bırakalım...
Ama, insan silah zoruyla kovulduğu köye, kente, mahalleye hiç mi ilgi duymaz?..
Benim anne tarafımın büyük bir kısmı 1963’te Rum saldırıları yüzünden Lefkoşa’nın Tahtakale mahallesini terk etmek zorunda kaldı...
Bu insanlar, hiç olmazsa 2003’te sınır kapılarının açılması sonrasında Tahtakale’ye gidip “burası bizimdi” demedi...
Toplu talepte bulunan olmadı...
Neden?..
Onları yönlendiren bir mekanizma yok da ondan...
Çökmüş bir siyasi yapı...
Elbette bunu başaramazdı...
İşte iki toplum arasındaki en büyük fark da budur...
Sahiplenme, azimle çalışma ve sonunda başarma...
İstersek başarabiliriz...