Sovyetler Birliği 1991’de çöktükten sonra Batı eski Sovyet ülkelerini teker teker kendi kampına almaya, Moskova’nın Batı ile arasına koyduğu tampon bölgeyi sökmeye başladı.
Birçok eski Sovyet ülkesi Avrupa Birliği’ne, bazıları ise hem Avrupa Birliği hem de NATO’ya alındı.
İmparatorluğun dağılma kargaşası ve düşüş psikolojisinde Moskova eski nüfus sahasına yönelik müdahalelere karşı koyamadı.
Putin’in 2000’de iktidara gelmesi ve Rusya’nın gaz ve petrol gelirlerini kullanarak zenginleşmeye, kendine olan güvenini yeniden kazanmaya başlamasıyla durum değişti. Moskova Batı’nın Rusya aleyhine yayılmasına “yeter” demeye karar verdi.
Atılan ilk kurşun NATO’ya girmeye hazırlanan Gürcistan’ın 2008’de istilası ve bazı bölgelerinin topraklarından koparılması idi. Ardından 2014’te Kırım’ın ilhakı ve Ukrayna’nın bölünmesi geldi.
Ortaya, Amerika ve müttefiklerinin istedikleri gibi at koşturmasına izin vermeyecek, saldırgan olmaktan korkmayan iddialı bir Rusya çıktı. Suriye’ye müdahale yeni Rus politikasının doğal evriminden başka bir şey değildir.
Ankara değişen Kremlin’e karşı önceleri akıllıca bir politika uyguladı. Çıkarlarını önde tuttu. Rusya’nın Gürcistan’a ve Ukrayna’ya girmesine karşı çıkan Batı’nın korosuna girmedi. Rusya’ya karşı uygulan ambargolara katılmadı. Bir nevi tarafız kaldı. Doğru olan da buydu.
Bu politika sonucunda Türkiye-Rusya ekonomik ilişkilerinde görülmemiş bir gelişme sürecine girildi.
2011 de Suriye’de ayaklanmalar başladı ve AKP’nin gerçek yüzü ortaya çıktı.
Bu yüzün bir yanı Sünni Nakşibendilik diğeri Müslüman Kardeşler boyasıyla boyanmıştı. Pragmatizm yerini dinsel ideolojiye bıraktı. Erdoğan’ın güç sarhoşluğu, fevriliği, bilgisizliği, bilgesizliği ve Türkiye’yi olduğundan güçlü sanması Ankara’nın süratli bir biçimde dost kaybetmesine neden oldu.
Ortadoğu’da “kim olduğuna bakmadan” dost kazanma politikası güden Türkiye gitti, yerine ne zaman ne yapacağı belli olmayan, ölçüsüz, izansız bir Türkiye geldi.
Erdoğan/Davutoğlu ikilisi Suudi Arabistan ve Katar’la gayri resmi bir koalisyon kurarak Esad’a karşı olan cihatçı güçleri silahlandırdı. Türkiye’yi Orta Doğu’daki Sünni-Şii savaşının taraflarından biri yaptı.
Ondan daha güçlü, deneyimli, akıllı oyuncuların cirit attığı bu coğrafyada Türkiye’nin bu savaşı kazanması imkansızdı. Gerçekte olmayan güce sahip olduğunu sanan Erdoğan/Davutoğlu ikilisinin bunu anlaması da.
Cihatçıları destekleyen, düşman olarak İşid’i değil Suriye Kürtlerini gören AKP Türkiye’sinin maskesi düştü. Suriye politikası hem ABD hem de Rusya ile çelişkili bir hal aldı. Manevra alanı daraldı ve yakında tamamen yok olacak.
Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinin nedenlerini anlamak çok kolaydır. Putin Orta Doğu’daki tek müttefiki olan Suriye’yi cihatçılara yedirmek istemiyor. Çünkü Suriye Işid’in eline geçerse dünyadaki en büyük Müslüman azınlığa sahip olan Rusya da cihatçı terörün pençesine düşebilir. Işid saflarında çarpışan yüzlerce Çeçenin var.
Putin müttefiki olan Alevilere Suriye’de, Halep ve Şam’ı da içine alan güvenli bir bölge kurduktan sonra dikkatini Işid’e çevirecek.
Bu şimdi pek açıkça görünmeyebilir. Ama Türkiye Rus uçağını düşürerek hem savaşın gidişatını etkileme şansını kaybetti hem de savaştan sonra kurulacak yeni düzeni lehine çevirme fırsatını.
Türkiye bu savaşta amaçladığının tersini elde edecek. Suriye üçe bölünecek, Aleviler ve Sünnilerle beraber ülkedeki Kürtler otonom veya egemen olacaklar. Kürtler Akdeniz’e ulaşacak. Türkiye’nin doğusundaki muazzam doğal gaz ve petrol yatakları, AKP’nin bölgedeki en güvenilmez ülke haline getirdiği Türkiye’ den değil, onun güneyinden geçecek.
Bütün bunlar Erdoğan/Davutoğlu ikilisinin yanlış politikalarının sonuçlarıdır.
Ama AKP’nin akılsızlık oyunlarının sonuna yaklaşmadık bile.