Çok güzel bir ülkede yaşıyoruz...
Yüz yıllarca birçok değişime uğramış Kıbrıs adasının son sahipleri; yani Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar; bu ülkenin güzelliklerini ve nimetlerini paylaşmak yerine, kanlı çatışmalara yöneldi...
Bir din adamının Cumhurbaşkanı olduğu ülkede dostluk ve kardeşlik ruhunun gelişmesi gerekirken, iki toplumun silahlı çatışmaya yönlendirilmesi çok anlamlıdır...
Silahlı çatışmaların başlaması sonrasında yeni kurulmuş bir devlet 3 yıl gibi kısa bir sürede dağılma noktasına geldi...
Kıbrıslı Türkler devlet yönetiminden uzaklaşmak zorunda kaldı...
On binlerce insan, aile yakınlarını ve mülklerini geride bırakarak başka ülkelere göç etti...
İnanılmaz acılar yaşandı bu ülkede...
Çocukluk yıllarımız hep korku içinde geçti...
Analarımız ve babalarımız, evlatlarının canlarını koruyabilmek için büyük fedakarlıklara katlandı...
Ve kim ne derse desin; 1974’te bu adada kanlı çatışmaları durduran bir askeri harekat gerçekleştirdi...
Harekatın mesajını herkesin doğru algılaması gerekir...
Dün sen güçlüydün, bugün de ben!..
Eğer senin aklında hala diğer toplumu yok etmek gibi kötü bir düşünce var ise bundan vazgeç...
Bir daha kanlı saldırılara yönelme...
Düşmanlık yerine dostluk
Vicdan sahibi hiç kimse silahlı çatışma yöntemini tercih etmez...
Etmemeli de...
Irkçı düşüncelerle hareket ederek, insanların bir kısmını yok etmeye çalışmak kabul edilebilir bir yöntem değildir...
Nitekim; Rum siyasi liderliğinin 1960’lı yıllarda uyguladığı bu yöntem, 1970’li yıllarda bertaraf edildi...
Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar yarım asra yakın bir zaman birbirlerinden ayrı bölgelerde yaşamak zorunda kaldı...
Özellikle 1974 ile 2003 yılları arasında iki toplum arasında hiçbir temas olmadı...
İnsanlar sadece düşmanlık dürtüleriyle yaşam sürdü...
Ve 23 Nisan 2003 sabahı uyandığımızda sınır kapılarının kademeli olarak açıldığını, iki toplum arasında serbest dolaşımın başladığını öğrendik...
Kuşkusuz çok sevindik...
Sınır kapılarının açılmasından sonraki ilk günlerin heyecanını unutmak mümkün değildir...
Kuzeydeki mülklerini görmeye gelen Kıbrıslı Rumlar, beklemedikleri bir ilgiyle karşılandılar...
En güzel şekilde ağırlanırken, karşılarında ‘dostluktan yana’ insanlar buldular...
Sonra yine araya birileri girdi...
Yine etrafa düşmanlık tohumları saçanlar oldu...
Bugünkü Rum Lideri Nikos Anastasiadis de, düşmanca kışkırtmalardan nasibini alan bir muhalefet lideriydi...
Kıbrıslı Türklerle, Kıbrıslı Rumlar arasında ortak toplantılar düzenlediği için, hem kendisine, hem de partisine mensup kişilere tehdit mesajları gönderildi...
Birçoğunun araçlarına zarar verildi...
Bunları yaşayan bir lider olarak Anastasiadis’in şimdiki pozisyonu elbette çok önemlidir...
Kendi toplumundaki ırkçılara yönelik ciddi önlemler alması kaçınılmazdır...
Irkçılık zaten AB ilkelerine aykırıdır...
Barış için çalışılmalı
Gelinen noktada herkes kalıcı bir barış için çalışmalıdır...
Ve Türkiye’de barışa imza atabilecek cesarette bir hükümet vardır...
Daima ‘bir adım önde’ olma siyasetini uygulayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı ‘barış düşmanı’ ilan etmek yerine, ortaya koyduğu somut çözüm önerilerini dikkate almak doğru olandır...
Bunun için de ya Uluslararası Konferans önerisi kabul edilmeli, ya da Birleşmiş Milletlerin hakemliğinde yeni bir çözüm planı referanduma sunulmalıdır...
Rum liderliği ikinci kez tarihi bir fırsatı yok ederse, o zaman kalıcı bölünmüşlük kaçınılmaz olur...
Kalıcı bölünmüşlük; ikinci bir devlete belki ‘tanınma’ olanağını vermez...
Ama doğrudan ticaret engelini bertaraf eder...