Yaklaşık yarım asırdan beri sürdürülen toplumlararası görüşmelerde komşunun niyetinin egemenliğini adanın kuzeyine de yaymak olduğunun anlaşılması ve yaşanan olaylar, devletimizin tanınmadan çözüm görüşmelerine katılmayı kabul etmememizi gerektirmektedir.
Devletimizin tanınması koşulunu ileri sürmemizi gerektiren ve haklı olduğumuzu kanıtlayan çok sayıda gerekçe vardır.
Her şeyden önce Rum tarafı, bizim tanınmamış onların da tanınmış olmasından yararlanarak, 1963 yılından beri işgal ettiği iki halklı ortaklık cumhuriyetindeki yetkilerini tek başına kullanmak hakkından feragat etmeyi ve yetkilerini bizimle paylaşmayı göze almamaktadır.
Acheson Planı’ndan Annan Planı’na ve en son C.Montana da verilen korkunç ve Enosis’e zemin hazırlayabilecek ödünlere rağmen, anlaşmaktan kaçınması, daha fazla söz sahibi olacakları bir yönetimde bile bizimle yetkilerini paylaşmaktan yana olmadığının kanıtıdır.
Müzakerelerin sürdürülmesinden yararlanarak, sürekli olarak gelecekte başımıza sorun açabilecek emrivakiler, eylemler ve anlaşmalar yapıyorlar.
Hele Rum tarafının Mağusa körfezi ve anavatan ile KKTC arasındaki denizi bile MEB ilan etmesi, bizimle anlaşmak niyetinde olmadıklarını gösteriyor.
C. Montana’da Enosis’e zemin hazırlayacak korkunç ödünlerin verilmesine karşın yine bizimle anlaşmaya razı olmaması, Rum tarafının niyetinin bizi masada oyalayarak, zaman kazanmak olduğunu gösterir.
Aslında Rum tarafının müzakerelerde istediği ve dayattığı ödünlerden de, amacının egemenliğinin kuzeye yaymak olduğu anlaşılmaktadır.
Hele garanti anlaşmasının iptali ve ordumuzun ayrılmasını dayatması, geleceğe dönük kötü ve sinsi hedeflerinden kaynaklandığı aşikardır.
Çünkü, Türk ordusunun adada barış ve huzuru sağladığı, burada bulunduğu süre içinde de hiçbir Rum’a en küçük bir zararı olmadığı inkar edilemeyen bir gerçektir.
Aslında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ve liderler arasında varılan mutabakat uyarınca gerçek anlamda siyasi eşitliğe dayalı, iki bölgeli, iki kesimli birleşik bir yönetimi öngören bir çözüm amaçlanıyorsa, bunun iki eşit taraf arasında yapılması gerekir.
Ancak onların amacı kendilerinin güdümünde olan ve daha fazla söz sahibi oldukları şimdiki yönetime, önce geçici bir süreliğine ayrıcalıklı bir azınlık olarak egemenlikleri altına almak; bir süre sonra da anlaşmanın yürütülemediğini ileri sürerek ayni 1963’te olduğu gibi bize verilen hakları da geri almak ve bizi azınlık durumuna düşürmektir.
Şimdiye kadar müzakerelerde Rum tarafına verilen ödünler, bir süre sonra adadaki varlığımızın yok olmasına zemin hazırlayacaktır.
Bu nedenle Rum tarafı aldığı ödünler nedeniyle müzakerelerin C.Montana’da kesildiği noktadan yeniden başlatılmasını istemektedir. Yalnız, Türk ordusunun ayrılmaması durumunda, aldığı ödünlere rağmen adanın kuzeyini de ilhak etmesi kolay olmayacak.
İşte bu nedenle C.Montana zaferinden sonra şimdi yeniden başlatılması beklenilen müzakerelerde Türk ordusunun ayrılmasının kabulünü şart koşmaktadır.
Bilinen gerçekler nedeniyle, bizim de müzakerelere katılmak için, kendi koşullarımızı belirleyip ortaya koymamız, kabul etmemeleri durumunda da boş yere masada bizi oyalamalarına olanak vermemeliyiz. Müzakerelerde zaman kaybetmek yerine devletimizi güçlendirip tanıtmaya odaklanmalıyız.