Bugünkü yazıda üç ayrı konuya temas edeceğim. İlki, bugünlerde gündemde olan bir yasa önerisiyle ilgili. ‘’Altıncı Yargı Paketi’’ adı altında 3 Haziran’da Meclise sunulan yasal düzenleme önerisinde, iktisadî konularda ‘’yalan haber’’ yapılmasının cezasının artırılması öngörülüyormuş. Ceza Kanunu’nun ‘’fiyatları etkileme’’ başlıklı 237. maddesinde yer alan “işçi ücretlerinin veya besin veya mallarının değerlerinin artıp eksilmesi sonucunu doğurabilecek bir şekilde ve bu maksatla yalan haber veya havadis yayanlar’’ için öngörülen cezanın alt sınırı üç aydan bir yıla, üst sınırı ise iki yıldan üç yıla çıkarılacakmış.
Bu girişim AKP iktidarının hem epey bir süredir aşina olduğumuz genel sansürcü tutumunu ticaret ve ekonomi alanında da aynı kararlılıkla sürdüreceğini, hem de kötü iktisadî gidişatı zecrî tedbirlerle düzeltebileceği yanılsaması içinde olduğunu göstermektedir. Bu önerinin sansürcü zihniyette dayandığı açıktır: AKP hem iktisadî alandaki yanlışlarının dile getirilmesini ve bunların halkın bilgisine ulaşmasını önlemek, hem de bu konuda farklı görüş sahiplerini hapisle cezalandırmak istiyor.
Öte yandan, siyasî iktidar bu girişimiyle, kendi izlediği bilgi ve uzmanlığı yok sayan yanlış politikaların eseri olan enflasyonu aynı yanlışlığı daha da yoğunlaştırarak devam ettirmeye çalışmak gibi çıkmaz bir yola girmiş bulunuyor. Erdoğan yönetiminin her iki yönelimi de aslında kimseyi şaşırtmıyor.
Aynı pakette yer alan internet medyasıyla ilgili olarak ‘’halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu’’ ihdas etme önerisi de aynı sansürcü mantığa dayanmaktadır: “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.” Prof. Dr. Yaman Akdeniz’in dediği gibi, bu düzenlemenin ‘’ana amacı sosyal medya kullanıcılarını susturmak, sindirmek, haber sitelerini ve basın mensuplarını oto sansüre zorlamak ve eleştirel ve karşıt görüşü azaltmak”tır.
Bu iki öneriyi bir arada düşündüğümüzde, AKP iktidarının tam da genel seçim arifesinde ifade özgürlüğünün son kırıntılarını da yok etme çabası içinde olduğu anlaşılmaktadır.
İkinci konu ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın YÖK’te yaptığı toplu görevden alma operasyonuyla ilgili. Burada anlamlı olan nokta şudur: Yükseköğretim Kurulu’nun bir gece yarısı kararnâmesiyle görevden alınan altı üyesinin, iddiaya göre, toplantının resmî gündeminde yer almayan veya ‘’tartışmaya kapalı’’ olduğu söylenen konularda emrivaki kabilinden kararlar alınmasına karşı çıktıkları ve görüşülmüş olmayan konularla ilgili kararları imzalamayı reddettikleri için daha önce istifaya davet edilmiş ama istifa etmekten kaçınmış olanlar olmasıdır. Bu arada, istifaya davet edilen başka iki üyenin ise istifa etmiş oldukları söyleniyor.
Aslına bakılırsa, YÖK’ün AKP iktidarında geldiği nokta da beni şaşırtmıyor. YÖK maalesef epey bir süredir muhafazakâr değerlerin konsolidasyonu uğruna akademik özgürlük ve üniversite özerkliği ideallerini neredeyse tamamen terk ederek siyasî iktidarın bir uzantısı haline gelmiş durumdadır. Bununla bağlantılı olarak, üniversitelerde akademik standartların çok düşük düzeylere indirildiği ve akademik mesleğe girişte AKP sempatizanı olmanın avantaj teşkil ettiği de biliniyor.
Bu arada, hatırlanacağı gibi, bir buçuk yıl kadar önce Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin Üniversite önünde fotoğrafını yere sermek suretiyle Kâbe’ye yaptıkları iddia edilen saygısızlık meselesinde de YÖK ifade özgürlüğünü bastırmak isteyen siyasî iradenin yanında yer almıştı. Ondan da önce, olağanüstü hal döneminde binlerce akademisyenin devletin hoşlanmadığı düşünce ve görüşleri yüzünden üniversiteden uzaklaştırılması da YÖK’ün teşviki, desteği veya pasif onayıyla mümkün olmuştu.
Neyse ki, her gün karşılaştığımız bu ve benzeri ümit kırıcı haberlere karşı ülkede bazı sevindirici gelişmeler de oluyor. Bu bağlamdaki son dikkate değer olay, altı muhalefet partisi liderinin önümüzdeki dönemde izleyecekleri devletin yeniden yapılandırılmasına ilişkin siyasetin başlıca ilkelerini deklare etmeleri oldu. İlkeler metni sistematik olmaktan çok biraz yığma gibi dursa da; kuvvetler ayrılığı, eşit vatandaşlık, din ve vicdan, düşünce ve ifade özgürlükleri, toplumsal barış, üretken bir ekonomi ve siyasî etik reformu gibi temaları öne çıkarması bakımından yine de ümit vericidir.
Ancak, unutmamak gerekir ki, deklare edilen ilkesel anlatım kendi içinde tutarlı, ayrıntılı ve uygulanabilir somut politika önerileri demetine dönüştürülmediği sürece, metnin retoriği daha fazla seçmenin desteğini çekmeye belki yarayabilir, ama özellikle iktisadî alanda ülkenin bugün karşı karşıya bulunduğu büyük sorunların çözümünü sağlayabilecek kabil-i icra bir program hüviyeti kazanamaz.
İmamoğlu bu saatten sonra değil kazanmak belediye başkan adaylığını bile elde edemez bir kere yok u icat edip üniversitelerin özerkliğinin içine eden soroscu alman vakifci yavsaklarin turuncu kadife devrimcilerin yalanların kurban olduğu 12 Eylül darbesinin organizatörü ABD dir