Batılı emperyalistler, AB ve BMGK beş daimi üyesi tarafından koşulsuz desteklenen ve şımartılan Rumlar, “hem suçlu hem güçlü durumunda” hareket etmektedir.
Son günlerde taşınmaz mal konusundaki tutumları, Kıbrıs’ta samimi olarak bizimle barış içinde yaşamak istemediklerini göstermektedir.
Viyana anlaşması ve doruk anlaşmalarında iki kesimlilik kabul edildiğine göre, güneye giden Rumların, Türklerin terk ettiği; kuzeye gelen Türklerin de Rumların bıraktığı taşınamaz malları kullanması normaldir. Aksi takdirde, göç edenlerin bıraktığı konutlar, bahçeler, ağaçlar sahiplendirilmeseydi, aradan geçen 50 yılda yok olacaktı.
1956-59, 1963 ve 1974 nüfus hareketinden, insanların maddi zarar ve kayıplara uğradığı inkar edilemez.
Ancak 1956-59, 1963 ve 1974’deki göçlerin, Rumların silahlı saldırıları sonucu ortaya çıktığı ve bundan da Türklerin hiçbir suçu ve sorumluluğu bulunmadığı belgelerle kanıtlanabilir.
Bu nedenle savaşı başlatan taraf olarak Rum’un, yenildikten sonra, bir de saldırdığı, soykırım uyguladığı Türklerden tazminat talep etmeye kalkışması olağanüstü pişkinliktir.
Dünya savaşlarını başlatan Almanya gibi, Kıbrıs’ta kanlı olayları başlatan Rum-Yunanistan da, sebep oldukları can ve mal kayıpları için Türk halkına tazminat ödemeli.
Mülk konusundaki görüşmelere öncelikle, 1956-57 ,1963 ve 1974 Rum saldırıları nedeniyle 104 köyden ayrılmak zorunda bırakılan Türklerin zararlarının tazmini ile başlanması gerekirdi.
Yoksa tüm varlıklarını geride bırakarak, yıllarca büyük sıkıntı içinde yaşayan Türklerin zarar ve kayıplarını dikkate almadan, sadece 1974’den sonra kuzeyde mülkü kalan Rumların tazminine çalışılması, yanlış olması yanında adaletsizliktir.
Ayrıca, topraklar, alanlarına göre değil, ekonomik değerine ve verimliliğine göre dikkate alınmalı.
Devletteki görevim nedeniyle, Kıbrıs’ın tümüne yakın Türk ve Rum köylerini görme ve tanıma fırsatı buldum.
Ayrıca, İtalya’da toprak kullanımı (Land use and rural infrastructures) üzerinde ihtisas yapmış bir kişi olarak, güneyde bırakılan Türk arazilerinin; miktar bakımından daha az olmasına karşın, çok daha değerli olduğu görüşündeyim.
Kuzeyde kalan en önemli tarım alanı olan Güzelyurt bölgesi,1960’lı yıllarda yeraltı sularının aşırı tuzlanması sonucu, değerini kaybetmişti. Anavatanın mali yardımı ile derivasyon projesinin gerçekleştirilmesi ve Anamur’dan getirilen suyun borularla oraya getirilmesi sayesinde yeniden değer kazanmıştır.
Geçmişte Kıbrıs’ın tahıl ambarı olarak bilinen Mesarya ovası ise, küresel iklim bozulması sonucu şimdiki durumu ile bilimsel olarak çöl tanımına girmektedir.
Öte yandan, Leymosun, İskele ve Baf kazalarındaki Türk köylerinin olağan üstü değerli olduğu inkar edilemeyen bir gerçektir. Halen Leymosun ve Baf’ta Türklere ait sulak arazilerinde geniş çapta sebzecilik, meyvecilik, ihracata dönük sofralık üzüm üretimi ve muz yetiştiriciliği yapılıyor.
Güneyde dağlık yerlerde bulunan Türk köylerindeki evler, aslına uygun bir şekilde restore edilerek sayfiye evi veya Turizm amaçlı değerlendiriliyor.
Larnaka hava alanı ve Leymosun yeni limanı, Türk mülkü üzerinde bulunuyor. İskelede(Larnaka’da) Türklere ait araziler üzerinde kurulan Turistik tesislerden, büyük gelir elde ediliyor.
Rum, olağanüstü propaganda sonucu, tüm dünyaya Kıbrıs’ta mağdur olduklarını inandırmıştır.
Türk tarafı ise, İngiliz yönetime döneminde gasp edilen ve Rumlara verilen Maraş’taki vakıf ve güneyde bırakılan Türk malları dikkate alınmadan, oluşturulan MTK ile, öncelikle Rumların tazminine çalışıyor.
Bu durumda da bütün dünya, sadece Rumların mağdur olduğunu zannediyor ve Türklerin kayıplarından haberdar bile olmuyor. Oysa, esas mağdur olan Türk halkıdır.
Bu nedenle 1956-59, 1963 ve 1974 saldırılarından sonra esas zarar gören taraf olarak, bizim çeşitli uluslar arası kuruluşlarda bu konuyu Ortega raporu gibi belgelerle gündeme taşımamız ve tazminat talebinde bulunmamız gerekir.
Mülkiyet Konusunda haklarımıza sahip çıkmalıyız
- 10 Temmuz 2024, 09:30
- 65
YORUM EKLE
Yorumunuz Onaylanmak Üzere Gönderildi