banner564

“Yurtta sulh, cihanda sulh”

Çevremiz bir anda ateş çemberine döndü. Tarihi geçmişine bakmadan, bugünkü haliyle “tam anlamıyla anlamsız” hale gelen saldırılar ve kanlı çatışmalarla kuşatılmış durumdayız. Yakın geçmişte “başımıza bomba düştüğü” de olmuştu ama düşmese ne olur; başkalarının bunca büyük felaketlerine tanık olmak bile korkmak ve insanlığımızdan utanmak için yeterlidir.
Gazze’de sıkıştırılan, dini değerler ve İran’ın petrol gelirleri ile beslenen genç Filistinli Araplar patladı. Belli ki emir de geldi ve sınırlarını aşarak İsrail’e karşı saldırıya geçti. Bu saldırının Filistin’deki Arapların haklarını almalarına yardımcı olmayacağı; tam tersine İsrail’in kendi halkı ile bile kavgalı olan hükümetini güçlendireceği ve Arapların elinde kalan toprakları da kaybetmelerine neden olacağı çok açıktır. Kapsamlı analizlere başvurmadan rahatlıkla söylenebilir ki, bu saldırı İran’ın İsrail-Arap yakınlaşmalarını önleme amacına uygundur ama sonuçta Filistin’deki Arapların can ve mal kaybı gibi siyasi güç kaybı ile de sonuçlanacaktır.
İsrail “savaş” ilan etmiş… “Zaten savaşta değiller miydi” diyebilirsiniz ama bu savaş ilanı, İsrail’in neler yapacağını göstermesi bakımından önemlidir. Ne yazık ki elimizden “Tanrı, Gazze’deki sivilleri ve özellikle çocukları korusun!” demekten başka bir şey gelmiyor.
Suriye’deki savaşın kızışacağına dair işaretler de var. Esat güçleri İdlib’te toplanmış olan radikal İslamcı militanlara yönelik saldırılarını artırdılar. Türkiye, Kuzey Suriye’deki Kürt silahlı gruplarına hava akınları düzenliyor. Bölgede hem askeri güç hem de siyasi nüfuz sahibi olan Rusya ve İran gibi devletler, Ukrayna ve Güney Kafkasya’da kendilerine yönelik baskıları azaltmak için Suriye cephesini yeniden canlandırmaya çalışıyorlar. Bu çatışmaların nereye doğru genişleyeceğini de bilemiyoruz.
Dünyayı bir satranç tahtasına çevirdiler ama bu tahtadaki piyonlar tahtadan, mermerden veya plastikten yapılmış değil. İnsanlar ölüyor; hayatlar harcanıyor!
Bütün bu gelişmelerden elbette “karşı taraf” sorumludur! Biz değil, düşmanlarımız saldırmıştır!
Savaşın, en azından silahlı çatışmanın önlenmesi için ne yaptık peki?
Hiç! Saldırgana gerekli cevabı vermek zorundaydık ve verdik!
Buna benzer tartışmalara ve diyaloglara sıkça tanık oluyoruz ama “Yurtta sulh, cihanda sulh” demeyi unutuyoruz. Okul yıllarımız Atatürk’ün bu özdeyişine anlam yüklemeye çalışmakla geçmişti. Şimdiki Türk dış politika yapıcılarının bile bunu hatırlamadığını görmek çok hazin!
Oysa yaşadıklarımız, yurdunu işgal eden güçlere karşı verdiği savaşı kazanan Mustafa Kemal’in daha savaşın izleri yok olmadan “sulh politikasına” yönelmiş olmasının ne denli önemli ve “büyük lider davranışı” olduğunu çok daha iyi anlamamızı sağlamalıydı. Bunu anlamalı ve dünyaya da anlatmaya çalışmalıydık. Oysa biz, bunu anlamak ve anlatmaya çalışmak yerine Lozan’da yitirilen adaları veya Musul’u tartışmayı yeğliyoruz… “Yakında “Ordular, ilk hedefiniz Aksa’dır ileri!” emrini duysak bile şaşmayacağız zaten!
Dünya kötüye gidiyor ve yeni bir dünya düzeni kuruluyor işte! 
Ölüm, kan ve gözyaşı ile dolu bir dünya… 
Bu dünya düzeninde yer kapmaya çalışmak ne denli akıllıca olacak bilemiyorum…


Ne yurtta sulh kaldı ne de cihanda! Onu bırakın, Atatürk’ün Anayasa’ya giren sözü anımsayan bile kalmadı! 

YORUM EKLE

banner608

banner474